20 Aralık 2013 Cuma

Part-1








Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk
                                                                                                Turgut Uyar
               
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım 
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından 
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından 
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar 
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut 
Bu evleri atla bu evleri de bunları da 
Göğe bakalım
                                                                                                                                                    Turgut Uyar










Tabiatın tüm dengesi; yazın karpuz, kışın mandalina…
                Bu deli işi sonsuz kozmos; kayan yıldızlar ve bir sürü gezegen…
                Hepsi senin içindi aslında, benim içindi, bizim...
                Bir tutturmuştum sen diye öyle gidiyordu günlerim.
Sen.
Aysel…

İçi çivi dolu bir kafeste kuyruğu kesik bir aslan gibiydim. Canım acıdıkça kendimi sağa sola vuruyor, vurdukça acımı katlıyordum.
P harfini sevmiyordum adında yok diye.
                Ş harfine saygım sonsuzdu. Ş olmazsa aşk olmazdı ne de olsa.Sevişmek keza…
Senin bir halin vardı ben ona meftundum. Böyle başına buyruk kendi bildiğini okuyan bir hal... Senin ayak parmakların bile yer çekimine meydan okuyordu. Sen bunun için vardın sanki.
“Dünyaya karşı durmak ile meşhurdun.”
Gece bir sahil kenarında yakamozun altında uyuyakalmışsın. Güneş değil gece yakmış seni ondan böyle esmersin. Ondan halinde sahile vuran dalgaların coşkusu… Ondan böyle kıpır kıpır yengeç adımları geziniyor saç köklerinde. Dudaklarının rengi deniz kenarında her gördüğünde “dünyanın en büyülü taşını buldum işte” dedirten taşın renginden.
Ve eminim bizim oralardan bir sahil kenarı bu…
Göğsüne gömdüğün limon ağaçlarının kokusunu başka türlü açıklayamıyorum.
Aynı semtin çocuklarıyız.
Biliyorum.
Pencereden avluyu izliyorum bende o sırada, ağaçları, bankları… Kuşları sayıyorum beynim bulanıklaşıyor, uyuyorum. Sonra uyanıp aşık oluyorum sana. Sana o kadar güzel aşık oluyorum ki, hayat yayılıyor bedenime…
Pencerem avluya bakıyor. Sen biliyorsun zaten. Kocaman bir avlu… 3. Kattayım ben. Tepeden görüyorum. Oval bir boşluk... Biliyorsun. Etrafında banklar, biraz ötesi karınca yuvası gibi sıkışık ağaçlar… Ağaçların içinden bir yol uzuyor, bir yerine kadar görüyorum. Sonrası püfff…Sonrasını bilmiyorum.  Dünyam penceremin izin verdiği kadar geniş… Yolun iki kenarı da ağaç az önce dediğim gibi. Sıra sıra… Yarısı çam ağacı; öyle güzel kokuyorlar ki… Birkaç kiraz, gerisi ise hiç bilmediğim şeyler. Ben onlara Aysel diyorum. Adını bilmediğim güzel ne varsa evrende Aysel benim için. Banklarda oturup hafta da iki bilemedin üç kere yaktığın sigaraları seninle içiyorum. Hepsi Aysel işte… Belli sevdiğin var her sigara en fazla üç nefes dayanıyor sana.
Aysel renk olsan beyaz olurdun.
Çok hızlı sigara içiyorsun, korkum sana bir şey olacak.
Sonra değiştikçe mevsimler ara sıra kuşlar geliyor penceremin önüne. Şans o ya Fırat o sırada müzik açmış oluyor. Ne zaman bir kuş görsem Fırat kesin müzik açmış oluyor. Ben ne zaman kuş görsem…  Keşke hep kuş görsem…
Vazgeçiyorum sonra her şeyden. Seni izliyorum. Güneş açmış, sen yine sahile inmişsin. Böyle beyaz bir elbise… O kadar güzel bir elbise ki üstünde uçuşuyor. Fakülte çıkışında gidilen evlerde içilen ilk sigaranın verdiği huzur bunun yanında düğün sabahı dudağında uçuk çıkan gelinin durumu kadar çirkin… Sen o halinle ayak bileklerine kadar kuma gömülmüşsün. Hemen hemen kahvenin aynı tonunu paylaştığın kumla birleşiyorsun. Tüm sahil bir parçan… Ben seni izliyorum. Cesur adam sevişir, korkak adam aşık olur… Aşığım sana. Seni sadece izliyorum.
Ayaklarını arada suya değdiriyorsun. Sanki küçük bir çocuk denizi şekerli yapmak için topitopunu denize sokup çıkarıyormuş gibi… Ayakların denizin tüm homojen yapısını bozuyor. Sen dengeyi bozuyorsun. Ve sen bunu hep yapıyorsun.
Diz kapakların bir yaş pastanın ortasına konulan bonibon gibi duruyorlar. Ondan dizlerini denize sokmuyorsun. Sadece ayakbileklerini… Biliyormusun ben bunu Fırat’a hep anlatıyorum, Fırat benimle hep kafa buluyor. Fırat’a göre senin diz kapakların facebookta atılan bir mesaj gibi…
?
Sadece bir soru işareti gibi yani. Merak uyandırıyorlar. Halbu ki bu o kadar saçma ki… Çünkü boynun kafalarda hiç soru işareti bırakmayacak kadar davetkar.
Fırat ile sen konusunda hiç anlaşamıyoruz. Anlaşmamızı da bekleme zaten . Aşkta mutabakat olmaz.
Dönüp seni izlemeye devam ediyorum. Tombul ve çirkin bir adamın önünden geçiyorsun. Piç kurusu sana bakıp bakıp duruyor. Sağ tarafında çekik gözlü Yörük bir teyzenin haşlamak için şalvarında mısır koçanı temizlediği barakası var ve senin geçmen üç adıma bakıyor. Bir an bile göz hapsimden çıkmıyorsun. Yürüdüğün yerde bir kalabalık görüyorum. Sağ çaprazında ki Polis kampının önünde. Söğüt ağaçlarının arasından bir grup çıkıyor. Siyah kapşonlu zenci adamlar çıkıyor... Zenciler mi yoksa çok yenmiş Güneyli çocuklar mı kestiremiyorum. Ama salak olduklarına eminim. Çünkü bu hava da kapşon takılmaz.
Kalabalık bir anda bağırışmaya başlıyor. Herkes o yöne dönüyor. Çekil ordan diye yalvarıyorum sana.
 Çekil ordan herkes o tarafa bakıyor seni görecekler…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder