25 Haziran 2014 Çarşamba

Hercümerç


"... allah'ın mucizelerine inanırım tabii, suyun seyri bir mucizedir, ağaçların seyri bir mucizedir, havanın seyri bir mucizedir, benim hayretim tabiattan beslenir. insana hayret şikâyete girer, ben sevmem. insanların dünyasındaki tek sürpriz doğmak, sonrası malum, gün doğar, gün biter, gün doğar, gün biter, biliyorsun."


                                                                                                                                      Ahmet Güntan




27 yaşındaydım, yolsuzdum, tatsızdım, günlerden çarşambaydı, sigarayı iyice teklemiştim… En kötüsü ise bir umudum kalmamıştı. Bir yokuşun tepesinden aşağı doğru son sürat yol alan bir kamyon gibiydim. Tüm frenlerim boşalmıştı. Yolun sonu bir ilkokuldu. Saat ilk tenefüstü. Her şey, tüm bu kozmos aleyhime işliyordu. Kendimden ziyade etrafıma zarardım. Farkındaydım. Bazı insanlar zayıf, bazıları kalçasında bir morla, bazıları ise saçlı doğardı. Ben ise saçlı, zayıf, kıçımda kocaman yumruk gibi mor bir iz ve lanetle doğmuştum. Doğduğum esnada annemin bağırması ve babamın sigara üstüne sigara yakması lanetle doğduğumun kanıtıydı. Dünyaya geldiğim ilk anda lanet kaderime teyellenmişti. Ben etrafımda beni seven kim varsa üzecektim. Kötü ne varsa, hepsinin biriktiği bir kumbarası olmuştu annemle babamın. Yıllar sonra en çok onlara üzülecektim. Annemle babam bana söylemese de cinsiyetimi öğrenmek için doktora ilk gittiklerinde emindim ki doktor annemi muayene ettikten sonra isterseniz alalım bunu demişti. Denmeliydi. Hipokrat’a edilen yemin bunu gerektirirdi. Benden bir sürü vardı çünkü. Bir bana daha gerek yoktu. Annemde bunu bildiğinden bir 9 ay kadar tuttu beni içinde. Kötü kokan bir odaya girmeden önce alınan derin bir nefes gibi… Gücü yettiğince tuttu içinde. Sonra gücünün azaldığı ilk anda doğdum ben. Ona kalsa eminim beni rahminin en diplerinde bir yerlere gömerdi. Doğduktan sonra göbek bağımı sokak köpeklerine yedirmediyse şayet bu sadece annelik iç güdüsü ile açıklanabilirdi. Farkındayım konuya çok palaspandıras girdim. Özür dilerim. Bazen insan içinde o kadar çok duyguyu aynı anda hisseder ki ortaya hiçbir şey çıkartamaz. Toparlamaya çalışayım.
Ben Taylan. Hala 27 yaşındayım. Saçlarımda hafif beyazlar var. Birazda azalmışlar, berbere son gittiğimde berber amcanın şu fani hayatıma düştüğü şerh buydu. Yaşlanıyormuşum. Yaşlanmayı kötü bir şey olarak mı söyledi, onu tam olarak bilemiyorum. Ama yaşlanıyormuşum. Yaşlanıp yaşlanmadığınızı en iyi bilen kişi ilk ilk traşınızdan beri gittiğiniz berberdir. Objektiftir, bir seri katil gibi soğuk kanlıdır ve üzülüp üzülmemeniz umurunda değildir. Saçınız ya da sakalınız olduğu sürece fazlası onu ilgilendirmez.
Ben Taylan. Bu adı iyi belleyin istediğim için tekrarlıyorum durmadan. Bir gün orta boylu tıknaz ve 27 yaşlarında Taylan isimli birini görürseniz yolunuzu değiştirin diye söylüyorum. Belki bu tariflere uyan yüzerce Taylan vardır. Ama şuna emin olun benim o yüz kişiden biri olma ihtimalimin zayıflığını umursamadan yolunuzu değiştirmenizi gerektirecek kadar büyük bir belayım. Yüzde hatta binde bir bile olsa o Taylan ben olabilirim. Ve emin olun bu riski almanıza değmez.
Ben Taylan. Şimdi bir odadayım. Ufakdan hallice bir oda. Kimse büyük diyemez ama. Büyük diyeni geometri bilimi neferleri ayıplar. Karanlık bir oda. Odanın en köşesinde  duran ve odayı doksan derece kesen kanepenin üzerinde duruyorum. Korkmayın sizi çok tutmayacağım. Gereksiz ayrıntılar peşinde koşmak değil derdim. Bırakın biraz konuşayım sadece. Çok uzun sürmeyecek zaten.
Ben Tayfun. Kanepede duran Tayfun. Kanepenin bittiği yerin dibinde, yönü sağ koluma düşüyor, bir masa var. Üstü boş bir masa. Boştu yani. Üç eksik bir winston soft paketi var artık üstünde. Yanında bir kül tablası. Üstünde ince bir cigaralık yarısı bitmiş… Sağ yanıma düşen bu masayı hiç sevmedim ben. Bunu da söylemeden geçemeyeceğim. Kahve tonlarında döşenmiş bu odada ki tek beyaz şey kendisi. Döşenmiş dediğime bakmayın siz. İki masa bir kanepe ve bir televizyon… Hepsi bu. Bu arada Tayfun değil adım tabi ki de. Hala bende misiniz diye merak ettim.Ben Taylan. Kanepede otururken ben televizyonda haberler dönüyor. Necmettin Erbakan’a benzeyen bir adam var. Sesi kısık televizyonun ne konuştuğunu anlamıyorum. Necmettin Erbakan’ı özlediğimi anlıyorum birden bu adamı görünce. Erbakan’a göre daha ince ve uzun. Tabi Erbakan’ın da bu zat-ı muhtereme göre kısa ve kalın olduğunu da iddia edebilirsiniz. Bir alt yazı düşüyor ekrana bahsi geçen amcanın adını da öğreniyoruz. Çatı Aday’mış Amcanın adı. Bir açıklama yapıyor: Ekme… Arapça bir şeyler diyor şu an ne olduğunu anlayamayacağım. Bunu bir çırpıda unutup cigaralıktan bir nefes alıyorum. Dolu… Yılmaz Güney’i taklit ederek çekiyorum içime. Bir de Buse’yi çok özlüyorum.
Ben Taylan. Buse’yi en çok seven Taylan. Hayatın bir tanımını yapmam istenseydi benden şayet; beni dinleyen kalabalığa şöyle seslenirdim.
-          Yoldaşlarım. İnsanın vakti az kalınca şeytan eline ayağına dolaşırmış. Her şeyi anlatmak isterken bir bok anlatamadan bize ayrılan sürenin sonuna geleceğiz. Önce doğacağız sonra büyüyeceğiz sonra aşık olacağız. O gün erkek olacağız biz. Kızlar o gün kadın olacak. İbneler o gün ibne… Çünkü yaşamak heteroseksüellere bırakılmayacak kadar ciddi bir meseledir. Et ve kemikten oluşan varlıklarımız o gün insanlaşacak. Maddeye ruh üflemek gibi… Doğayı anlamak ve ona şükran duymak…Kendimizin aslını o gün bulacağız. Sonra terk edileceğiz. Yada terk edeceğiz. Farketmez. Kopacağız özümüzden. Canımız çok yanacak. Sebeplerimizi yetersiz görenlere şaşacağız. Bizi anlamadıklarını düşüneceğiz. Anlaşılıp da haksız bulunmak korkusu ile anlaşılmamaya sığınacağız. Sanacağız ki dünya hep çayır çimen… Birileri var kötü onlar dallarımıza kastediyor, çiçeklerimize düşman… Sonra işte bir gün birileri soracak size. Hayatın bir tanımını yapar mısınız diye. Siz ise hala güçsüz durmaktan korkanlarsınız tabi. Acz alın yazınız. Bir sik anlamadım ki hayattan anlatayım diyemeyecek kadar kibir budalasısınız. Çıkıp insanlara nutuk atacaksınız hayat ile ilgili. Yoldaşlarım hayat ile ilgili bildiğim bir şey varsa esmerler her zaman haklıdır. Bunu lütfen tarihe not düşelim.



Ben Taylan. 27 yaşındayım. Bir kitap yazdım 22 sayfa… Aslında daha uzun yazacaktım ama hikayedeki kız gitti. Sen nasıl yazarsın hikayedeki kız gitti diye kitap biter mi demeyin. Tanrı’nın her kuluna sözü aynı mı geçiyor sanki . Görmez misiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder