1 Haziran 2011 Çarşamba

sinanın hikayesinden bir başka parça


Kafama bir poşet geçirip arabadan indirdiler. İtile kakıla diğer arabaya bindirilmeye çalışılıyordum. Zorluk çıkarmaya çalışsam da yediğim tekme ve yumruklar anında direncimi kırıyordu.
Sesler duyuyordum. Teşekkürler sizin işiniz bu kadar diyordu.
Devletti bu sesinden tanımıştım.
Minibüse zorla bindirilmiştim. radyo açıktı haberleri dinliyorlardı. Rütbeli bir asker olduğu sesinin her kıvrımında bas bas bağıran bir adam ordunun yönetime el koyduğundan behsediyordu. Vatan hainlerinin temizleneceğinden bahsediyordu. Bir süredir devam eden kaos bitecekti. son sözü amindi.
Sustum uzun uzun yol boyunca. Düşündüm her şeyi. Kaos denen şey aslında bizim için umuttu, hain olanlar bizlerdik, en azından herkese öyle diyorlardı. Devletin alışkanlığıdır sevmediklerini parmakla göstermek. İşte yine bizi parmakla gösterip halkın gözünde hedef tahtası haline getirmişti. Son birkaç haftadır fotoğraflarımız gazetelerdeydi. Hakkımızda hiç de iyi şeyler söylenmiyordu. Oysa çocukluğumu hatırlıyorum. Ölen babamı küçük kardeşimi annemi. Sofralar kurardı annem; böyle kocaman uzun sofralar. Akrabalarımız gelirdi sonra. Teyzemler, dedemler… kalabalık masalarda yemekler hazırlanır yenir rakılar konur muhabbetler edilirdi.
Belli bir limitimiz vardı ailecek, onu geçtik mi babam bağlamasına sarılırdı
         Öyle bir acı vardı ki sesinde rakıdan çok babam çarpardı bizi. Hafif hafif söylerdi. Böyle uzaklara baka baka söylerdi. Doğup büyüdüğü yerlerden türküler söylerdi. Diyarbakır demezdi ama o Amed derdi. Bıyıklarında kalan rakı damalarını dili ile alır o kırışık alnının altındaki iki el kurşun gibi duran gözlerinin içi gülerdi. Kardeşim erkenden uyurdu, genelde babamın türkü söylediği kısımlara yetişemezdi. Gider onu öperdim babamın türkü aralarında attığı siyaset nutukları sırasında. Siyasete çok bulaşmak istemezdim. Babamı görür korkardım çünkü. O siyasete bulaşmıştı ve çok da mutlu olduğu söylenemezdi.

Hem biz kürttük biliyorsunuz bir şeye inanırsak bokunu çıkarırdık.
Gece geç olurdu dedem ağlardı. Kesin ağlardı ama muhtemelen benim hiç görmediğim babaannem gelirdi aklına. Çok severek evlenmişlerdi. Ama ölmüştü işte. Annem ağlardı, çok hem de. Babamı özlerdi o da.
...
Minibüsün yanaştığını hissediyordum, yavaşlamış ve hatta durmuştuk. İndim minibüsten. Kimse benle konuşmuyordu sanki kötü bir şey vardı da benden üzülmeyeyim diye saklıyorlardı. Hafif fakat oturaklı adımlarla bir üç dakika yürüdükten sonra bir hole girdik. Ayağımın yere her değdiğinde çıkan sesten anladığım kadarı ile ahşaptı yer. Oturttular beni bir yere. Başımdan poşeti çekip çıkardılar. Evet şimdi görüyordum. 20 metre kare bir odaydı burası. Bir masa vardı bir sandalye birde deri koltuk. Ben sandalyeye oturmuştum. Masanın üstünde yani tam kafamın hizasında bir lamba duruyordu. Bu penceresiz odayı tek başına aydınlatmaya çalışan cılız güçsüz bir lamba. dünyayı karanlıktan kurtarmaya çalışan cılız şiirlerim kadar parlak… etrafta sadece bir fotoğraf var. Atatürk’ ün fotoğrafı.  Atam yine sinirli yine net yine yakışıklı. Öylece bakıyor bize doğru. Atam burada kimleri dövdüler öldürdüler neden kalkıp bir şey yapmadın diye bağırmak geliyor içimden. Arkama düşen bir kapısı var odanın bide. Fakat o da ne. Kafamı kapıya bakmak için çevirdiğimde bir masa daha ilişiyor gözüme. Böyle üstünde türlü takım kesici ve delici aletlerin olduğu bir masa. Jop, balta, pense, tırnak makası… korkmam gereken bir durum aslında bu ama korkmuyorum, ta ki duvarlarda henüz kurumuş kan lekelerini görene kadar. Aman allahım neresi burası. Cehennem gibi bir yer. Kötü kokuyor, sıcak ve çıkışı yok.
İçeri bir adam giriyor dünden hazır. Siyah İtalyan kesim takım elbisesinin altında kaslı bir vücuda sahip olduğu inanın her halinden belli. Sesi o kadar gür çıkıyor ki sanki içinde birkaç kişi daha var da hep bir ağızdan konuşuyor gibiler. Kesin hatlarla taranmış saçları özenle kesilmiş bıyığı ile devlet terbiyesi aldığı her halinden belli. Kapıyı kapatıp takım elbisesi ile aynı renkteki deri koltuğa kuruluyor. Bir sigara çıkarıyor cebinden. Bir dal da bana uzatıyor. Alıyorum. Ceketinin iç cebinden  türk bayraklı zipposu ile yakıyor sigaralarımızı. Türk bayraklı bir zippo ha diyorum, ne çelişki. Sigaradan bir fırt alıyorum ve bu huzurumu o iğrenç ses kesiyor.
-anlat kimsin.
- ben Sinan Demir.
-ne iş yaparsın Demir Sinan.
Bu ilkokulda gelen müfettiş tonuyla söylediği Demir Sinan biraz sinirlendiriyor beni aslında. Ama farkındayım hiç yeri değil.
-         ben bir dergide şiir ve ufak hikayeler yazıyorum.
-         Hani dergi bu
-         Emek dergisi. sloganımız da edebiyatın solunu çıkaracağız.
  
Bu saçma espriyi yaptığıma çok pişman olacağımı henüz bilmiyordum.
Cümlemin sonuna nokta niyetine koymayı düşündüğüm kahkahayı, işaret parmağında Osmanlı tuğralı yüzük takılı olan bir yumruk dağıttı. tebessümüm masanın altındaki el işlemesi kırmızı halının üzerine dağıldı.çenemin bir yerlerden son kuvvetle çıktığını hissettim.dudaklarımın çarpma hızıyla dişlerime yapıştığı andaki acı, inanın tarifsizdi. Boynumun müthiş bir sancıyla kasılması ve gözlerimin yaşarması bir saniye sonra çıkan gür sesle yitip gitti. Pür dikkat sese çevirdim kafamı. Tükürükler saçan bu hayvan biraz önceki adam olamaz dedim. Bıyıklarının arasından her biri bir kurşun kadar sert kelimeler fışkırıyordu.


- Siktiğimin puştu kafaya alıyor bizi. Götüne sokarım o dergiyi görürsün o zaman dümbüğe bak hele. Ülke üzerinde solculuk oynayan devrimcime bak sen, bir yumrukla götü başı dağıttı.

Belki seviyesizdi ama sonuna kadar haklıydı. Bir devrimci olmak için fazla duygusal ve kırılgandım. Ayrıca acı eşiğim düşüktü. Kolay çözülecektim biliyordum. Ama devam etti

-         Baban kardeşin hepsi ölmüş. Hepsi senin gibi saçma sapan şeylere kafa yormaktan ölmüş hem de. Sana mı kaldı lan ülkeyi kurtarmak, biz senin kadar düşenemiyor muyuz? Hayatında bir yumruk yememiş bana devrim yapacak.

Gerçekten de haklı olabilirdi. Ama bir süredir içimi yiyip kemiren yetersizlik duygusu öyle bir hal almıştı ki içimde bir kıvılcım bekliyordu nicedir. Babama kardeşime borçluydum, korkak olduğum için borçlu hissediyordum kendimi. Ancak cesur olarak öderdim borcumu da. konuşmayacaktım. İbrahim Kaypakkaya gibi susucaktım. Ser vericektim gerekirse göt verecektim ama sır vermeyecektim. kararlıydım. biliyordum yapardım da.
-         Evet babam ve kardeşim öldü. Bir sürü arkadaşım tutuklandı. Aralarında kendisinden hiç haber alamadıklarım da var. Ama bence bunların neden başıma geldiğini düşünmesi gereken benden önce siz olmalısınız.

             Allahım ben neler diyordum. Yazı yazmak kadar kolay değildir, birinin gözlerine bakarak öfkelenmek. Bu dediklerim aslında benden çok her zaman olmak istediğim adamın replikleriydi. Ama her film de olduğu gibi bu hikayenin de bir kırılma noktası vardı ve ben artık olmak istediğim adamdım. O kadar ki karın boşluğumda mantar tabancası gibi patlayan tekme bile bu kararlı duruşumdan vazgeçiremedi beni. 
             Çocukken birisi döverim dedi mi korkudan tüm bilyelerini veren bir çocuktum. Küserim demesi sevgilimin, istemediğim şeyleri yapmama sebep olurdu. Korku, beni zapteden bir efendiydi
             Ama yediğim yumruklar, işittiklerim ve kaybettiklerim bana artık korkmamam gerektiğini hissettiriyordu. Korkarsam, bilirlerdi, bilirlerse saygı duymazlardı. Korkmamalıydım. Şu an saçlarımdan tutup kafamı masaya vurmak suretiyle burnumu parçalayan adamda biliyordu bunu, korkmadığımı hissettiği için daha da öfkelenmişti. Öfkelenen birisi sakladıklarını ağzından kaçırırdı. üsteledim

-         belki senden farklıyız ama bizde seviyoruz. Sen vatan diyosun biz millet diyoruz, halk diyoruz. bu senin sevginin büyüklüğünü göstermekten ziyade bizim samimiyetimizi gösterir.

Kudurmuş köpek gibi oraya buraya tekme atarak, tükürükler saçarak küfreden adamın gardı düşmüştü biraz da olsa. Kafasına bir kere şüphe tohumunu atmıştım, ve o içini kemirmeye başlayacaktı. Hareketleri o keskinliğinden sıyrılıp hafif yumuşamıştı.

-         sen bir kere doğuya gitmemiş, bir kere kurşun sıkmamış, bir kere kavga etmemişsin. Halkı sevmekmiş, ben içlerinde yaşadım yıllarca. Senin gibi oturup defterlere yazı çizdirerek değil, kavga ederek ağlayarak aç kalarak sevdim ülkemi. Bana sevgiden bahsetme entel bozuntusu.

Kanıma dokunmuştu. ve lakin haklıydı. Ama kardeşim deseydim, gülerdi. babam deseydim, söverdi. Bir şey demem lazımdı ama. Öyle değil demeliydim. Korkak olmam sevmediğim anlamına gelmezdi. Hem hep bir şeyler yapmak istemiştim ben; ama olmamıştı. Bu halk hareketinin duygusal yüzü olmuştum. Ülke genelinde yazıları şiirleri takip edilen; devrimci edebiyatçı topluluğunun bilinenlerindendim. Dostlarla toplanıp saatlerce siyaset konuşup, Bakuninden dert yanıp, felsefe dünyasından dem vurup, aslında bu halkın bunları hak ettiğinden bahsederdik. Halkı çok tanımazdık ama cihangir civarları toplanma noktamızdı, dünyamız buralardan ibaretti. Tam bir şeyler söylemeye hazırlanırken kapı açıldı. İçeri 170 cm boylarında kilolu,bıyıklı bir adam girdi. Sert bakışları kesin tavırları ve boğazlı kazağının üstüne giydiği ceketle korkunçtu. Dudağının iki parmak kenarındaki bıçak yarası olduğunu tahmin ettiğim iz tüm dikkatimi dağıtıyordu. İçeri girdiği hızla eşit küfürler savurdu.

-         yarım saattir bir adamı konuşturamadın mı. Bir sike yaramıyorsunuz. Konuş ulan sen de daha senin gibi bir sürü şerefsiz dövücez.

Cümlesini diğerininkine hiç benzemeyen bir yumrukla sonlandırdı. Bu sefer sarsılmıştım, başımın döndüğünü hissettim. Tam karın boşluğuma vurmuştu, ve kusmamak elde değildi. Kafamı aşağı eğip kusmaya, öksürmeye başlamıştım. Aman allahım nasıl da afili bir balyozdu. İç organlarım yer değiştirmiş, sesim kısılmıştı. Elinde tuttuğu sopa olduğunu sırtıma yiyince anladığım gölgeyi bana doğru sallıyordu. Dayanılmayacak sıklıkta ve şiddette olan darbelerin sonu gelmiyordu. Bitkinleşmiştim. durdu.sordu

-         anlat bakalım. Bu derginin sol- güç örgütü ile bir ilişkisi var mı? Boranı tanıyor musun?

 Boranı tanıyordum. Tam bir koçeroydu. Benden farklı bir yüzüydü devrimin. Sertti, biraz acımasız, son tahlilde esmerdi, müthiş bıyıkları yeşil gözlerinin altında bir imza gibi duruyordu. Modern zamanların che guevarasydı. Cizre civarlarında olduğu söyleniyordu kendisinin kurduğu eğitim kamplarının. Sol devrimci gençler eğitiyordu. Hepsine kitaplar okutturuyor, şiirler yazdırıyor, müzik aletleri çaldırıyordu. Silah tutmasını kavga etmesini öğretiyordu. Ölmeyi öğretiyordu deniyordu kendisi için. Ama o buna katılmıyordu. 
Ben hayatta hala uğruna ölünecek şeyler olduğunu öğretiyorum diyordu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder