10 Ağustos 2013 Cumartesi

Söyleyecek sözü olan ve bir şeyleri değiştirmeye ihtiyaç duyan insanlar Adem ile Havva’dan bu yana ya kaleme ya silaha sarılmışlardır. En etkili araçlar silah ve kalem olduğundan dünya üzerinde milyarlarca yıldır edebiyat ve savaş kol koladır. Tarihin her sayfasında bu ikisine rastlarsınız; birisinin olduğu yerde diğeri de mutlaka vardır.
Ben derdimi anlatmak için kalem tutmayı seçtim inşallah silah tutmak ta kısmet olur bir gün.
Şimdi sizle basamak basamak bir komplo teorisi üzerinden konuşmak istiyorum.
Oldum olası en büyük sorunu Allah ve Din kavramları üzerinde yaşadım. Biraz aile yapım biraz kendi fikirlerim sonunda Allah ve Din gibi konulara ilahi anlamlar yüklemeyi çok küçük yaşlarda bıraktım ben. Hayatımda bir kere bile oruç tutmadığımdan bir kere bile namaz kılmadığımdan zaten olmayan bir şeyden vazgeçtiğimden yani; hiç de zor olmadı benim için.
Hatta tarihe biraz dikkatli bakınca kafamda bu dinlerin serüveni ile ilgili bir fikir oluştu zamanla. İlk çağlardan beri insanları bir düzen ve hiyerarşi altında tutmak isteyen zamanına göre zeki ve savaşçı insanlar olmuştur. Çağının en iyi savaşçılarından ve en bilginlerinden olan bu zatlar insanlık üzerinde uygulamak istedikleri düzen ve itaatkarlık politikalarını da hep kendilerine yarar sağlaması için planlamışlardır.
Antik yunan trajedyalarından tutun da hemen hemen her dinin içinde bir kıyamet olgusu ve bir cehennem tasviri vardır mesela değil mi?
Dünya kurulduğu günden bu yana ne büyük depremler ne büyük doğal afetler görmüştür bir düşünsenize.
İki binli yılların teknolojilerine hakim olmamıza rağmen düşününce hala tabiat karşısında nasıl çaresiz ve korkağız.
İlk insandan bu yana tüm insanlık gördükleri doğal afetlerden köpek gibi korkmuş ve kendi zamanlarında olmaması için hep bir çaba göstermişlerdir.
Yeri gelmiş Tanrı’larına putlarına dualar etmiş, yeri gelmiş namaz gibi kurban gibi ibadetler yaratmışlardır. Hepsi tabiata bir şükran sunma ve tabiatın gazabından korunma çabalarıdır.
İslamiyet’te de anlatılan bir anda dağların pamuk gibi dağıldığı, büyük bir ses ile denizlerin yükseldiği, yer kabuğunun çatlayıp magma tarafında yutulduğu anı bir hayal etmenizi istiyorum. Kıyamet diye korktuğumuz şeyin belki de milyarlarca yıl öncesinde gezegenimize düşen bir gök cismi olabileceğini varsayalım bir an da olsa. Ve ya da dünyanın genel oluşumu sırasında meydana gelen doğal bir afet olduğunu düşünelim. Bu gün bile karaların yer değiştirdiğini bin yıl sonra bir Venedik bile kalmayacağını ve buna benzer bir sürü tabiat değişikliğine maruz kalacağımızı söylemiyorlar mı bilim adamları. Onların söylemesini de geçelim biz görmüyor muyuz bu olanları ve olacakları. Dünya bir düzende durmak için kendi içinde milyarlarca yıldır bir çaba veriyor. Kimyasal reaksiyonlar büyük patlamalar…
Denizler yükseliyor, dağları yutuyor. Depremler oluyor kıtalar birbirinden ayrılıyor.
Hatta bana sorarsanız Dünya birkaç kez kendini yenilemiştir bile bu güne kadar. Belki bizden önce yaşamış bizim kadar bizden az veya bizden daha gelişmiş bir teknoloji ve bilgi ağına sahip nice toplumlar yaşamıştır bu topraklarda.
Düşünsenize milyarlarca yıl öncesinde gayet bizim gibi yaşayan insanların olduğunu.
Sonra bir gün başlarına bir felaket geldi. Kim bilir belki de bize Nuh Tufanı diye anlatılan bundan başka bir şey değildir. Bu tasvirler her dinin içinde her toplumda görülmüyor mu?
Her kavim müthiş büyük bir felaketten bahsetmiyor mu?
Bu kadar konusunun geçmesinin sebebi belki de yaşanmış olmasıdır; olamaz mı? Belki de bizden önceki insanlar bir veya birkaç kez dünyanın o büyük yıkımına tanık olmuşlardır. Öyle büyük bir kaostan kurtulanlar da olmuş olma ihtimali kuvvetle muhtemel değimlidir peki. İlahi bir olay olmadığından sadece çok büyük ve çok yıkıcı bir doğal olay olduğundan buradan kurtulmuş olan az da olsa insan olması bence hiç de saçma bir düşünce gibi durmuyor.
Milyarlarca yıl öncesinde yaşamış toplumlar da helikopter pisti buluyorlar bu gün bu bizden önce yaşamış insanlar hakkında bize bir ipucu vermiyor mu sizce de.
Bu gün şehir efsanesi gibi her yerde dolaşan Maya Takvimine göre 2012 yılında kıyamet kopacağı efsanesine göz atalım bir de. Bakalım benim savımı destekleyecek mi?
Eski insanların başına gelen bu büyük doğal afet sonrası, kurtulan insanlar o anı bir şekilde diğer insanlara aktarmak için her zaman olduğu gibi resime ve edebiyata sarıldılar.Yazı ve çizgi zaten insanlığın tüm kültürünün zenginleşe zenginleşe buraya gelmesini sağlamadı mı?
Hatta edebiyatın ve sanatın toplumların yapılarını değiştirme de ki gücü o kadar iyi biliniyordu ki eski insanlar tarafından, bakınca bazı milletlerde halkın kafası karışmasın diye resim yasaklanıyordu. Osmanlı gibi imparatorluklar matbaaya bile ayak diretiyorlardı.
Çünkü biliyorlardı ki ilk insandan bu yana her şey yazı ile çizgi ile gelmişti buralara.
Konumuza dönecek olursak o büyük afet veya afetlerden kurtulan insanlar o anı tasvir eden yazılar yazıp çizgiler karalıyorlardı taşlara mağara duvarlarına yahut papiruslara. Bir şekilde dertlerini anlatıyorlardı. İşte tam bu noktada zamanlarının bilginleri çıkıp Tabiat Ana’nın gazabından korunmak için yapılması gerekenleri sıralıyorlardı. Bir nevi din üretiyorlardı. İnsanları o büyük yıkımla korkutuyorlar onu yaşamamak için de yapılması gereken kuralları belirtiyorlardı. Kendi içlerinde eğer bunları bunları yapmazsanız yeniden bu gazap bizi bulacaktır diye buyuruyorlardı. Mayalar gibi belki de bize ulaşmayan binlerce millet tarih bile veriyorlardı insanlara. Her zaman olduğu gibi o zaman da bir inanç sistemi vardı. Bu tarihte olacak o büyük yıkımın sonunda sorumlularının yine Tabiat Ana tarafından cezalandırılacağı söylenerek, insanlık korkutuluyor pasifize ediliyordu.
Beş yıl sonra deseler kimse çalışmayacak ve o anı bekleyecek diye de tarih genelde çok sonraları olarak belirleniyordu. Belki de Mayalar gibi binlerce kavim tarih vermişti. Atıyorum bilmemneler 1324 demişlerdi. Belki o zaman yaşayan insanlar da beklediler o tarihi ve bir şey olmadığını gördükleri için bu efsaneyi kuşaktan kuşağa aktarmayarak tarih içinde yok ettiler.
Birdiğer taraftan da insanları bir arada tutan şeylerin ne olduğu hep tartışılır; vatan sevgisinden dine kadar bir sürü şey söylenir. Aslında bakınca insanları bir arada tutan şey korkudur. Din dediğimiz şey cezalandırılıma korkusu, Vatan sevgisi dediğimiz şey toprak kaybetme, düzenimizin bozulma korkusudur.
İlk insandan bu yana bizi korkuyla bir arada tutmuşlardır. Yakıcı ateş ile boğucu su ile, yeri geldiğinde rüzgar ile…
Dini kitapların hepsine baktığımızda Allah kelamı olduğu söylenen şeylerin kurallar silsilesi olmadığı aşikardır. Oysa insanlara cennet için yapılması ve cehennem için yapılması gerekenleri anlatmak için inen bir kitapta doğru düzgün kurallar bulunmaması ne saçma değil mi? Genelde Allah veya Yaratıcı kendinden, kendi büyüklüğü ve affedileceğinden bahseder. Bir hikayesi bir kurgusu olan yazılardır bunlar. Hikayeler anlatır bize Yaradan, kimleri nasıl cezalandırdığını anlatır. Şunu yapın bunu yapın diye kesin bir şey söylemeden vereceği cezaları yapacağı güzellikleri anlatır. Hepsinin müthiş bir dille yazılmış, kitaplar olduğunu kim reddedebilir. Aslında bu olaya böyle bakıyor olmak bile bir yerde bu yazılanların o büyük afetleri görmüş insanların veya bu bilgilere bir şekilde ulaşmış kişilerin elinde çıkma olduğu fikrini desteklemektedir. İnsanları korkutmak için yazılmış içlerinde korkunç hikayelerin bulunduğu eserlerdir bunlar.
Bir düşünün değişmeyen tek kitap neden Kuran’ı Kerim. Çok özellikli olduğu için değil de belki de son kitap diye değişmemiştir. Henüz değişmemiştir ama. Hristiyanlar ve tüm diğer dinler zaman içinde olayların gerçek seyrini özümsemiş ve bu kitapların, önemli ve saygın kişiler tarafından yazılan destanlar olduğunu anlamışlardır.
Evet kutsal kitaplar içinde öğütler de bulunan destanlardır aslında.
Bizim kitabımızın değişmemesi ve diğerlerinin değişmesi konusunu bir de şöyle düşünelim.
Aynı dine mensup olmalarına karşın birbirinden farklı olan insanlar her daim var olmuşlardır. Nasıl bizim dinimizde başı açık gezen ile çarşaf ile gezen varsa tüm diğer dinler de de bu böyledir. Ve ister istemez kimse bir şey yapmasa da bir süre sonra bu insanlar farkında olmadan bir birleri etrafında toplanırlar. Siz isteseniz de istemeseniz de toplum kendi algılayışına göre bölünür dağılır. Bu sebeple diğer dinlerde, o dinin önde gelen alimleri oturmuşlar ve kendi gibi düşünen insanlar için yenilenmiş revizyona uğramış kitaplar yazmışlar. Onlar süreçlerini tamamladıkları için toplum kendi kendine ayrışmıştı zaten. Sadece her topluluğun başındaki kişiler, kendi kitapçıklarını çıkardılar. Biz henüz bu süreci tamamlayamamış bir diniz. Bu yüzden biz Katolik Protestan gibi mezheplere henüz onlarda ki kadar keskin bölünemedik. Ama bizde de olacak olan; sonuçta budur. Nereye kadar siyah çarşaf içinde gezen ile mini etek ile gezeni aynı din çatısı altında tutabiliriz ki. İmkansız.

Bir de olayın şu kısmı var ki tam film yapılası bir hikaye aslında. Gerçekten çok samimi söylüyorum bunu. Ben Hz. Muhammed’ e inanılmaz saygı duyan birisiyim. Zekasına, hırsına azmine sadece eğilirim. Dönemini bırakın gelmiş geçmiş insanlık tarihi içinde bir elin parmaklarını geçmeyecek zekadan biriymiş gerçekten.
Hz. Muhammed’in ilk doğduğu zamanlarda Arap yarım adası kabileler halinde yaşayan henüz toplumlaşamamış bir milletti. Araplar dağınık ve güçlerinden bi haberlerdi. Dünya tarihinin belki de en eski ve köklü uygarlıklarından olan Araplar, zevke sefaya düşmüş zenginliklerinin keyfini sürüyorlardı. Bir taraftan da halkın geri kalanı açlıktan kırılıyordu. Araplar genelde putlara tapmalarına rağmen Hristiyanlık Sabitlik gibi başka bir sürü dine de mensuplardı. O zamanlarda Arap yarım adasının en önemli olayı birbirlerine iktidar mücadelesi sebebiyle savaş açan kabilelerdi. Sürekli bir savaş vardı. Hatta sadece dört ay boyunca savaşmazlardı(Muharrem, Recep, Zilka'de ve Zilhicce aylarında)

Hatta ve hatta bu zamanlarda panayırlar kurulurdu. Bu panayırların en büyüğü Tâif'le Nahle arasında kurulmakta olan Ukaz panayırıydı. Ticaret için gelen esnaflar dışında şairler de bu panayıra katılırlardı. Şiir yarışmaları yapılır; halk tarafından beğenilen şiirler, Kâbe'nin duvarlarına asılırdı. Bu panayır sırasında beğenilip Kâbe duvarında asılmış olan yedi ünlü kasideye "el-Muallekatü's-seb'a" (Yedi Askı) denilmiştir.
Bir taraftan da Osmanlı’da bile devam eden bir methiye alışkanlığı vardı biraz tarih ile edebiyat ile ilgisi olan herkesin bildiği. Eski zamanlarda insanlar padişahlarını krallarını övmek ve onların yüceliğinden bahsetmek için methiyeler düzerlerdi. Kralını padişahını öven şiirler yazarlardı. Bu Kabe duvarına asılan şiirler de kuvvet ile muhtemel Putları Yaradanları Allah’ları ne olduğu fark etmez ama taptıkları ve inandıkları güce yazılan methiyelerdi. Din simgesi olan Kabe duvarına kadın ve alkol ile ilgili şiir yazılacak değildi ya. Buradan anladığımız kadarı ile zaten Hz. Muhammed’den önce de insanlar Yaratan korkusunu temel alan ve Yaratıcıların öven uzun methiyeler şiirler kasideler yazıyorlardı.
Bir gün zamanının bilgin ve kalemi güçlü Arap çocuklarından biri olan Hz. Muhammed’in yazdığı şiirler beğenilmeye başlandı. Hatta burada şöyle bile düşünebiliriz. Martin Luther Kıng nasıl ki İncili yeni bir forma sokarken önce sokaklara, kilisenin duvarlarına isimsiz manifestolar yazmıştı. İnsanlar da bir bilinç uyandırdıktan sonra ismini yazmaya başlamış ve güçlendikçe yazmak konusunda daha da özgürleşmişti. İnananları olmuş hatta bu inananlar Martın için kılıç bile sallamışlardı. Belki de o zaman Hz Muhammed de yazdığı bu şeylerin beğenilmesi üzerine yavaş yavaş kendine inanan ve bilgeliğine saygı duyan insanlar kazanmıştır. Kılıcı güçlü Ali gibi adaleti ile bilinen Ömer gibi. Cesur Hamza veya önemli bir bilgin olan Ebubekir gibi. Hatta bu yeni bir araya gelen insanlar eskiden var olanlar için tehdit oluşturmaya başladığında o vakit savaşlar da başlamıştır. Uhud gibi Hendek gibi savaşlar belki de bu yeni dinin inananları ile eskilerin iktidar mücadelsiydi. Belki de Hz. Muhammed’e inanan bu insanların ortak paydası o zaman ki iktidardaki kabilelerin( mesela panayır koruyucuları olduğu için saygın olan Kureyş Kabilesi) boyunduruğuna girmek istememeleri idi. Sonuçta İslamiyet ve diğer dinlerin merkezi olan şehirlerin en büyük özelliği zamanının en zengin ticaret yolları olması değil miydi?
Asıl burada da önemli bir konu var ki Kuran’ı Kerim’in müthişliği. Gerçekten yazıldığı dil olsun, anlatılan hikayeler olsun insanların kanını donduracak cinsen hikayelerdi. Tarihteki her türlü olayı müthiş bir zeka ile kurgulamış ve Latinlerin Opus Magnum dedikleri o gelmiş geçmiş en iyi eseri yazmıştı Hz Muhammed. Hatta belki tek bile değildi kendisi gibi başka kişilerle belki de kendisinden yaşça büyük bilgin zatlarla hocalarla yazmıştı. Devrimci ruhu ile hırsı ile o bozuk Arap yarım adasını düzeltmek için yazmıştı.
Kıyamet günü için tarih vermeyecek kadar akıllıydı. Çünkü bir tarih verse gerçekliğini yitirip gidecekti her şey.
İlk olarak kolaylık dini olması gerekiyordu. Kuralların ağırlığı ve yapılması gerekenlerin zorluğu insanların gözünü korkutabilirdi.
Hala günümüzde bilmem kimin el yazmaları gibi bir çok şeye ulaşabiliyorken o zaman şu an bize kalmamış ne alimlerin nasıl yazıları vardı kimbilir. Tam bu nokta da Kuran’ı Kerim de geçen bilgilerin de nereden geldiğini bulabiliriz. Süveyş kanalını bizden çok önce görmüş ve biliyor olamazlar mıydı?
Belki biz onu binlerce yıl sonra bulmuş olsak bile bu büyük afetlerden birinde yok olan kavimler bizden önce bulup bir sonra ki kuşağa aktarmış olamaz mı.?Nasıl ki Barbaros Hayrettin paşa gibi ünlü denizcilerin notlarına bu gün ulaştığımızda gezdikleri yerleri nereleri bulduklarını öğrenebiliyorsak belki de bizden çok önce yaşamış bir denizci de Süveyş kanalını zaten bulmuştu. Demem o ki içinde kendisinden önceki bilgilerin iyice harmanlandığı, dili müthiş olan bir kitaptan ibaret olabilir Kuran’ı kerim.
Benim için bu düşünce örümcek ağları ile saklanan Hz Muhammed’in hikayesinden çok daha rasyonel.
Bir dağa çıkıp vahiy bekleyen gelince de aşağı şehre geri inip insanlara yazdıran okuma yazma bilmeyen Hz. Muhammed’ den çok daha mantıklı.
Burak adlı bir binek atı ile bize şah damarımızdan yakın olan Allah’ı görmek için göğe yükselen Hz. Muhammed’den çok daha olası.
Sözün özü dünya üzerinde milyarlarca yıldır insanlar toplumları düzen altında tutmak için uğraş verdiler. Din bu konuda en mistik ve en epik buluştu. Bir gün Hz. Muhammed en beğenilen Yaratıcı için yazılmış methiyelerin Kabe duvarına asıldığı bir dönemde, dünyayı temelinden değiştirecek o müthiş kitabı yazmış olamaz mıydı?
Demek istediğim dünya bu günkü şeklini bir methiye ile almıştı. Allah’a düzülmüş methiyelerin en kusursuzu en müthişi Kuran’ı kerim idi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder