20 Ağustos 2011 Cumartesi

işte öyle bir şey...


Vecd ile seccadeyi öpen bir müminden
Daha inanarak öpüyorum seni
Muhabbetle öpüyorum,
Raksla
Sirkten kaçmış bir jonglörle içiyorum bir meyhanede
İkimizin de gelecek hakkında kaygısı büyük
Sensiz kavgaya girmek mi?
Asla
Alkol her değdiğinde damağıma aklıma sen geliyorsun
Seni öpüyorum kaybolmuş bir çocuk gibi
Öptüğüm yerlere okyanuslar doluyor, yüzümüz ıslak
Elimizde kılıç altımızda kısrak
Sen varsın ama yine de her şey mükemmel olamayabiliyor işte
Bir masa atıyorum balkona
Yanımda herkes var, masa da şalgam var
İyileri Hulusi Kentmen’le Sami Hazinses temsil ediyor
Kötü taraf ise daha kuvvetli
Erol Taş, Hüseyin Peyda…
Suratını mı asıyorsun yoksa sevgilim
Sevgilim suratını asıyor. Eyvah!

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Senden sonra bu sebeple...

Çığrından çıkıyor sen beni öpünce tüm sokaklar
Devrimin en kavi damarı ellerin oluyor
Alnaçı kan doluyor orta yaşlı muhkem bir binanın
Halbuki zincirlerle bir bina yapaduruyorduk biz
Kimseler gelip de devirmesin diye bir nefeste
Ve toplumu sivilleştiren sendin. Bizi özgürleştiren de
Senden sonra bu sebeple kelepçeli ellerimiz

Senden sonra bu sebeple…

Sana hiddetlendiğim doğrudur çünkü meyilim sana
Her şarkı olması gerekenden hep daha uzundur
Bir sürü kelime bir sürü tatava
Bir kelime gelip de bozar tüm huzuru

Senden sonra bu sebeple…

Ekmek kelimesinden daha ağır çekiyor dudakların
Kafir de olsa bir umudum var er kişi ufacık bebeği vurmaz
Bir kavimi tümden yok sayar gibi ilahi bir bozgun kalçaların
Hurma gözlerine bakıyorum ezan sesini duyar duymaz
,,,

Seni sevmek bende artık bir alışkanlık
Murat suyu gibi hırsla dökülüyor içime aşk
Ah bilmezsin sen aşk kandan daha akışkandır

Senden sonra bu sebeple…

Senden sonra bu sebeple silaha sarılıyorum
Sig sauer krom kaplı hemde
Çünkü olmanın verdiği tad yokluğunun verdiği acıyı karşılamıyor
Aşk biraz da gizli işte bu dengesizlikte
Dünyada kötü bildiğin ne varsa ama devir üstüme sen
İsnad olsun en temel gücün
Ne kadar pis bildiğin şey varsa yükle sırtıma
Elim yüzüm günah
Ve ayıp dolu hörgücüm


Senden sonra bu sebeple….


Mütabakat olmayacak aramızda bir güne bir gün
Aşkın doğası gereğidir zaten sonsuz savaş
Fezada asılı duran her yıldız düşer başımıza elbet.
Güm.
Bir kaplumbağanın hayatı gibi ölüveririz
Yavaş yavaş


Senden sonra bu sebeple….


Senden sonra bu sebeple üç nokta
Çünkü bazen zor olur tarif etmek yokluğu
Tahsil etmek için verdiklerimi kapı kapı dolaşıyorum
Yolun sonundayım artık belli ediyor her şey bana bunu
Herkes biliyor da gizliyor gibi gerçeği
Herkes lal olmuş, herkes ketum
Bu bir sokak savaşı değil sevgilim bu bir aşk filmi
Senin sebebinle yakıyoruz sokakları
Bir dilek tut ve üfle şu Molotof kokteylini

Senden sonra…
Bu…
Sebep…

14 Ağustos 2011 Pazar

Doksanlar yo yo yo

Yaşım itibarı ile her akşam mutlaka bir Kemal Sunal filmi izleyerek büyüdüm ben. Doksanlar neresinden bakarsanız bakın fazlasıyla Kemal Sunal demekti çünkü. Bu her Pazar akşamı Star Tv’nin başına geçip annemizden Parlıement Pazar gecesi sinemalarını izlemek için izin alma çabalarımızı yok saymıyor tabi ki de. Çok ağladım o Pazar sinemalarını sonuna kadar izlemek için. İzin aldığım seferlerin hemen hemen hepsi de zaten dayanamayıp uyumamla sona erdi. Olsun ama yine de duş aldıktan sonra katalitik sobanın önünde annemin pestilin içine sardığı cevizleri yerken bir taraftan da Parlıement kuşağını izlemek çok havalıydı benim için. Katalikten evdeki herkesin yanakları al aldı, sobanın dibine oturduğumdan hep bir yerim daha fazla ısınır sürekli yer değiştirmem gerekirdi ama uzaklaşsam da üşürdüm.
Katalitik soba ilgi isteyen şımarık çocuklar gibidir.
Doksanlarda her şey emek gerektirirdi. Saçlarımıza limon sürerdik mesela; en çok saçlarımıza özen gösterirdik. Saçlarımızdaki limon çekirdekleri ile manitacılık oynamak bir yana acele ile sürülmüş limon sonrası yıkanmayan eller de yapış yapış olurdu. Nereye dokunsak elimiz orda kalırdı. Limonlu saçlarımı en çok da kot takımımla tamamlardım. Kot ceket kot gömlek kot pantolon giyerdim ufacıkken. Altına da ışıklı spor ayakkabılarımı ya da yeşil kadife papuçlarımı giydim mi hey yavrum akardım mahalle de. Bir de ailecek gittiğimiz bir Antalya gezisi sırasında alanyadan aldığım kolyem vardı ki offf. Hani ailecek gidilen yazlık geziler vardır ya, babanız yanınızda askılı atleti altında şortu ve terliği ile gezerken annenizin babanıza göre çok daha süslü gezdiği tatiller. Kenan doğulunun o zamanlar taktığı ve Kenan Doğulu’nun adı geçince benim aklıma yüzünden önce gelen  güneş kolyesinin aynısından bulup almıştım. Güneş kolyemi de siyah bir lastik ile taşıyorum boynumda, gümüş çok lüks işti o zaman için.Nasıl takardım görseniz, neredeyse bir gün beden eğitimi dersinde kaybedene kadar hiç çıkarmamıştım.
Küçükken en çok o kolyeme bir de annemin eskiciye verdiği kırmızı bisikletimle ne hikmetse çok severek aldığım turuncu kotuma ağladım ben.
                Ben bu kadar süsleniyordum da kızlar boş mu duruyordu peki. Doksanlarda kızların en çok rağbet ettiği kıyafet topuklarının altından geçen bantlarla tutturdukları her rengi olan taytlardı. Hafif kabarık saçları ve rengarenk taytları olan kız tayfasının en büyük eğlencesi ip atlamak ve evcilik oynamaktı. Bizi hiç sevmezlerdi. Her ne kadar biz de kendimizi miskete topa tasoya vermiş deli gibi gece gündüz bir milleti “ütme” yada bazı yerler de “yutma” olarak söylenen savaşa adamışsak ta yine de aklımızda kızlar hep vardı. Misketler de tasolarda hep onlar içindi zaten. Taşların üstünde oturup bizi izleyen kızlara bisikletlerimizle havalar atma çabalarımızı kesinlikle bir dansa davet perçinlerdi. Şişe çevirme orta oku yıllarımıza denk düşerdi bizim, daha küçükken dansa davet bilirdik.
Kerim Tekin’in cici baba klibindeki gibi beş altı kişi gezen mahallenin gençleri sanardık kendimizi. Oysa henüz en büyüğümüz sekiz yaşındaydı.
Doksanlarda herkesin elinde bir tetris vardı. Gameboy tetris ve sonrasında çıkan sanal hayvan furyası… Kasetli ateriler vardı ki saatlerce kalkmazdık başından. Toplamda dokuz tane oyun olmasına rağmen her oyunun yüz farklı çeşidi olduğundan 999 oyunluk kasetlerimizi aterimize takar sonrasında unuturduk her şeyi. Sokakta top oynayıp terleyince ilk iş meybuz almak için bakkala koşardık. Bakkalda ki tartıda aldığı cipsleri tartan arkadaşım vardı içinde taso olup olmadığını anlamak için. Mahallece psikopattık.
Oynamak için alınan top önce bir yamuk mu değil mi diye döndürülerek havaya atılırdı. Ama asıl keyfi ilk alındığında filesinin içinden çıkardığımız andı. O nasıl bir mutluluktu Allah kahretsin. Dokuz kat pettop olmasına özen gösterirdik hiç olmadı kames de işimizi görürdü.

Burak Kut, Tarkan ve Tayfun arasından kendime bir çocukluk idolu seçmeye zorlandığımdan bu gün Justın’lere, Emınem’lere uyum sağlayamıyorum tam olarak. Ben üçü arasında bir ayrım yapamayıp üçüne de hasta olan bir adamdım. Sonrasında Suat Suna ve Kerim Tekin’i de çok sevdim şimdi doğruya doğru. Ama Tarkan hep bir adım önde oldu benim için. Tarkan’ı diğer tüm popçulardan ayıran şey gözleri ayrık dişleri seksi dansları değil “you are the best you are the yop” derken ki haliydi. Birisi çıkıp seksi seksi “you are the best you are the top” diyordu bizim milletçe aklımız oynuyordu. Doğrusunu diyene kadar en az bir sene uğraşmıştım hatırlıyorum. Aklımı tam verimli kullanamadığım zamanlardı. “You are the best you are the top” ı doğru söylemek bir yana daha bir çok şeyin doğrusunu aklımda uzun süre tutamıyor unutup tekrar başa dönüyordum.Zeki Metin ikilisini çok sevmeme rağmen ikisini hep karıştırıyordum. Zeki aslında Metin olmalı Metin’de Zeki olmalıydı gibi geliyordu bana. İsimleri nüfus müdürlüğünde karışmıştı sanki ikisinin de. . Herkesten farklı Barış Manço’yu hiç sevmiyordum mesela. Hatta nefret ediyordum. Öldüğü zaman bir sürü insan ağlamıştı ama ben zerre üzülmemiştim. İki Temmuz doksan üçte çok ağlamıştım ama ne olduğunu bilmeme rağmen. Ev ahalisi olarak çok üzülmüştük. Benim ki o kadar sürmemişti ama. Anneannemin deyimiyle topa gitmiştim ve unutmuştum yanan insanları. Çocuk olmak öyle bir şeydi birazda, mutluluk her zaman ağır basıyordu mutsuzluğa.
                Son olarak bir de cıne 5 gerçeği vardı ki baştaki tezimi doğrular nitelikte.
                Doksanlarda her şey emek istiyordu. 
                İki tane meme iki tane göt görmek için Cıne 5'in şifresini çözme çabalarımız bir neslin yaratıcılığını geliştirmişti desem doğrudur.. Susam Sokağı dönemini power rangers ile kapatan bizler  o dönemide erotik filmler oynatan Cıne 5 il sonlandırmıştık. Fakat Cıne 5 hemen hemen her elli evin birinde olduğundan genele hepimizin evinde bu kanal ilk on saniyeden sonra şifreye girerdi.Abilerimizden duyduğumuz tekniklerle şifreyi ne kadar çözmeye çalışsak ta olmuyordu. Buzlu camlardan tutun da aynanın üzerine traş köpüğü sıkmaya kadar bir sürü yöntem deniyorduk. Televizyonun önüne cam koyarak şifereyi çözeceğimize öyle bir inanmıştık ki anlatamam. Amacımız am göt ve meme görmekti. Şimdi o kadar kolay ki bu. internet hemen bir tık ile her şeyi veriyor bize ama dedim ya doksanlar emek isterdi. Nasıl ki facebook msn gibi sanal ortamı anında kerhaneye çevirebilecek güce sahip sosyal ağlar şu an her şeyi kolaylaştırıyorsa mırc da doksanlarda her şeyi bir o kadar zorlaştırıyordu.

               Sonuç olarak biz doksanlarda mücadele etmeyi öğrendik farkında olmadan. Bir de yıldızlar da kayar 'ı Kıraç tan  değil de Ferdiden sevdik. 
              O da başka.

9 Ağustos 2011 Salı

ben bir kitap yazdım bu da önsözü

 

2010 potpori

1- şefin monüsü

ekmek arası penis ve içecek olarak da shot bardaklarında sperm
ilk başta kötü gelir tadı ama benim için diren
bu çalan siren
boşalmış fren
sana giren
bana girsin





2- Güney



Göt önemlidir diyorum gördüğüm her kadına
Sırf sen gel diye bütün bu kavgalar
Türkçenin en kıvrak kelimlerini dizip ardı ardına
Sanakocamanbirpenisyapasımvar

İstanbul bildiğin gibi
Güneş var ama her an da yağabilir kar
Şükür allahımıza ki
İki kıtayı birbirine bağlayan bir köprümüz hala var