29 Temmuz 2014 Salı

Kapitalizm tokattır güzel kokulum


...
"ama yazgısını yıldızlı çokomel kağıtları gibi,
tırnaklarıyla düzeltemiyor insan."
                                      Didem Madak
...
"ona kötü bir şey olsun istedim
bana aşık olsun istedim"
                                         Lale Müldür
...
"beni ya sevmeli ya öldürmeli"
                                              Gülten Akın


Şimdi senle ben başka bir yalnızız
Bardakların içine bir tırnak fesleğen bırakıyorum yalnızlıktan
Sağdan sola yukarıdan aşşağıya yalnız
Seni bir kırmızı karanfil öksürüyor
Göğsünden ağzına doğru
Parça parça,derinden ve hırıltılı
Sen bir kasımpatığının kendini kaşıdığısın
Ben bunlara inanıyorum işte
Olmayan şeylere inanıyorum
Kendi dünyamın ilk zenci kraliçesi gibi
İnanıp duruyorum beyazların mutlu olduğuna
Çünkü biliyorum.bir kitapta okumuştum
Aklı başında olmak da başka bir günahtır

Ben kendim razıyım çalıların gölgesine
Dikenlerine saçlarının takıldığı çalılar.
Onlar ki ne şanslılar.
Oturup bir iki şiir çitlerim sırtlarında.
Kabuklarını gömerim toprağa.
Yüzyıllar sonra belki şiir verir toprak
Sen bir begonyanın çamurda kendini kıvırdığısın ya ona güveniyorum.
Yoksa ağaç dediğin dökebilir de yaprak.

Sabah güneşi ayakuçlarımı ilk kaşıdığında
Saat henüz yedi olmamıştı
Ben bir rüya görüyordum.
Rüyamda turkuaz bir eşarp örtüyordun omuzbaşlarına
Deniz kenarındaydın.
Esmerliğini manzaraya teyelliyordun
Ben o kadar uzaktım ki sana sesimi duyuramıyordum.
Berbattı.
İşte sonra gelip girdi koynuma sarı güneş
Ben o vakit tüm bebekleri evlat edindim
Babalarını kurşunlar gıdıklayanları ozellikle

O vakit bu vakit içimdeki çocuğun bayramlıkları hep çamurlu.
Biz hakkını pislikten yana kullananlar.
Kazanacağız.!Nokta.

Sen tatlı bir iç geçiriş gibi çınlarsın çünkü
Bu huyundur.
Yataklara çapraz sığarsın,halbuki küçüksündür.
Yalnız güldün mü büyürsün.
Sen güldüğün vakit ağzın bir patlamış mısır makinası oluverir.
Eski şiirlerde rastlayamazsın içinde patlamış mısır makinası geçen dizelere
Onlar seni gülerken görmemişler sonuçta.
Şiir değişmiyor yani değişen gerçeklik
Yani demem o ki ben seni seviyorum sonuçta
Ve esmlerliğiniz alamet-i farikanız bayan.
Sevişirken harikasınız bayan.

Simdi kasıklarımızda karınca sürüleri tavaf eder.

Ne bu suratını boyadığın gri.
I-ıh yakışmamış bayan.
Eski bir pansiyon bulup sevişmeliyiz biz.
Sikerler böyle şiiri.

Artık Berkler ile Muhammedlerin sevişmesinin vaktidir.

Şimdi neyden bahsetmek lazım gelir, bilmiyorum.
Ben pek bilmem nerede ne yapılmalıdır.
Erdallar dudaktan öpülmeli mi.
Üsküdar'ı müslümanlardan kurtarmalımıyız mesela.
Bu beyhude seküler çaba
Geçmelimiyiz.
Mahallemizde darbuka çalan boyacılar var.
Boyacı.Oğlu Erdal.
Erdalları öpsek mi, belki severiz.
R leri çalamamaktan korktuğu için darbukaya başlamamış
Erdal yalancıların kralı
Şimdi bir şirkette müdür olmuş.

Kapitalizm tokattır güzel kokulum.

Şimdi biz başka yalnızız.
Zamanın ipek kalbine çivi çakıyoruz.
Ayrı düşüyoruz.
Bu halimizle ipek böceklerine canım.
Canım.
İhanet ediyoruz.

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Bir filin uçması mı gariptir, pembe olması mı?


Saat 19:03...
Ölmek için ne güzel bir an. Ölmek dedim diye hemen suratın düşmüştür bilirim. Düşen suratının çıkardığı sesi de bilirim. Ahşaba dökülen bir avuç misket.
Her şeyi bilirim seninle ilgili. Mesela çişini yapmakta zorlandığında "şrrr" sesine ihtiyaç duyarsın.
Bir şey düşünürken çenenin altında ki papatya bahçesini kaşırsın. Papatya kokar ortalık bir ben duyarım.
Ama sana bile demem.Neme lazım içine çekiverirsin de bana kalmaz.
Sonra ayakların diyecek olurum ama onu da herkes bilir.Susarım.
Ayakları kendisi gibi inatçıdır beyler bayanlar,bükülmezler diye geçiririm içimden.Yüksek sesle.
Kasıklarına sürdüğün karışımdan bahsetmeyeceğim bile.
Bir tutam şeker yanığı, bir miktar lavanta özü ve o adını hiç bilmediğim turuncu baharat.
Pembe fillerin uçtuğuna inanılan bir ülkenin resmi baharatımıymış neymiş.Boşverelim şimdilik.
Ben her şeyi bilirimde bilmek kimseyi mutlu etmez ki?
Bilgi mutluluk değil paranoya getirir.

Saat:19:12...
Ölmek için bir sonraki günün 19:03'ünü beklesem mi diye düşünüyorum.
Bir beşiktaşlı ölürken bile beşiktaşlıdır çünkü.
Ölmek deyip duruyorum ya çoktan canın sıkılmıştır bile.
Sen hep yaşamaktan yanasın çünkü.Şükür ki bu böyle.
Bakma ölmek dediğime sen benim. Ben onu bile elime yüzüme bulaştırım kesin.
İlkokulda kendini unutan adam intiharında silaha kurşun almayı unutmuş çok mu?
Ben yaşamak konusunda sürekli bir hazırlık öğrencisi...
Hep bişeyleri eksik yapan, bişeylere geç kalan.
Nazımdan çok olmasın ama huysuz aksi nalet...
Ferdi Tayfur'u da sevmiyorum mesela ben, sadece anlıyorum.
Birisini anlamadıktan sonra sevsen ne olur, sadece kendine zarar verirsin.
Bu sebeple buradan jilet çeken kardeşlerime sesleniyorum.
Sevmeyin,anlayın. Sadece sevmek hep sizin canınızı yakar.
Hem dünyanın esmerlere hep ihtiyacı olacak.

Saat:19:12
Durmuş siktiğimin saati. Bari ondokuzsıfırüçde dursaydın.
Ama durmazsın.
Allah beni şımartmayı hiç sevmez çünkü.
Saat gerçekte kaç bilmiyorum ama bu saatlerde hep seni özlüyorum ben.
Benim ilk defa sevdiğim bir kadın öldü ya belki de o yüzden.
Terk edildiğim terk ettiğim olmuştu ama ilk kez sevdiğim kadına araba çarptı benim.
İlk kez sevdiğim kadının kafası bir tekerleğin altına ezildi,
Birisinin ölmesi çok kötüymüş, ilk sende öğrendim bunu ben.
Bir de en çok üstüne atılan ilk toprakta ağladım.
O sırada sorgudaydın Din kültürü dersinden. Başın kalabalıktı belki görememişsindir ama,
Sen en sevdiğiniz peygamber kim sorusuna Muhammed tabi ki derken ben o kadar çok ağlıyordum ki imam uyardı beni.
Toprağı ıslatıyorsun merhumu çamura gömeceğiz.

Saat hep 19:12.
Sonunda durdu zaman. Ben seni Taksim'de bir otelin içinde panik halindeyken görmüştüm ya hani.
O zaman demiştim halbu ki zaman dursun diye.
Böyle çat diye.
En büyük saatler camlarını kırıp patlatsın.
Sik gibi olsun bok gibi çük kaka pislikkkk
Dursun zaman kötü herşey ile beraber.
Ama orda durmayan inadına koşarak kaçan zaman gelip durmuştu şimdi.
Sen öldüğünde bana küstün ya hani, en çok oramdan uykusuz kalıyorum ben.
Sana diyeceklerim vardı halbu ki.
Özürlerim, pişmanlıklarım, nedenlerim...
Ama ölmüş insanlar ne yazık ki duyamıyorlarda.
Bak o kadar Ferdi dedik ne çalıyor.
"Şimdi sen kimbilir ne duygulardasın
Belki de en güzel uykulardasın"
Şarkıyı burasında kapatmalıyım.
Biliyorsun ben bir üzüldüm mü çok ağlıyorum çünkü.
Bütün bunlar var ya,bu elime yapışan zift gibi pek olanlar hani.
Mermerlerde dövülmüş zambak kokusunun burun tırmalayan tıngırtısı gibi olanlar
Bunların hepsi için nefret ediyorum kendimden. Bir süredir tek meşgalem bu.
Ben kelimeler içinde kendine yalan bir dünya kurmuş olabilir miyim gerçekten.
Bir şizofren gibi olmayan şeyleri kurgulayıp ona göre yaşadığıma inanmalı mıyım?
Çünkü insanlar dün gece seninle seviştiğime inanmıyorlar benim.
Peki o zaman delimiyim ben. Severmisin delileri hiç.
Burnu sürekli kanayan bir deli.

Bak mesela şimdi saati falan boşverelim. Dili denize dönmeyen esmer çocukların uyuduğu boyasız odaları düşün.
Karanlığın ortasında havai fişek gibi patlayan bembeyaz dişleri ile ıssırdıkları domatesin çıkardığı şıpırtıyı duy.
Varlıkları Türk varlığına armağan olan çocukları düşün bir an. Türkçe bilmediklerini bir de.
Sonra beni düşün yanımda sen olmadan.
Sonra geçiver hemencecik.
Ben bile bu halimi sevmiyorum çünkü.
Yine de senin etin benim etime değdiğinde sürekli fonda çalan kısık sesli ezan bana hep bir mucizenin habercisi gibi geliyordu.
Şimdi ben kendi acımdan çok bir dolmuştan inip sana yürürken göğsümde çalan darbukaların susmasına üzülüyorum.
Bir de seni hayal kırıklığına uğratmama.
Seni korurum ben ecilerden öcülerden
Çiçeğine düşman yabancılardan, bahçende gözü olan pis canlılardan.
Balonuna silah doğrultmuş şişko mafya babalarından. Böyle dedim sana ben.
Gürültülü bir yerdeydik,ayin gibi bir şeyin ortasında kalmıştık.
Ben seni gördüm.
O siyah beyaz filmdeki kız gibi seni gördüm ve durdu zaman. O zaman sana böle dedim ben işte.
Çocuklarım sana benzeyecekleri için ne kadar şanslı...
Ama sen öldün ve çocuğum yok benim.
O araba sana çarpti diye ben yalan söylemiş olmam ama ben sana verdiğim sözü tutmadıktan sonra tüm arabalar refrüjlerden sekip bana çarpsın zaten.
Bir erkek kadınını hayal kırıklığına uğrattığında ölürmüş derdi babam.
Tarih bir kez daha beni hayalarımdan yakalıyordu.
Ben o istiklal marşının düzünü bile tam bilmiyordum.
Sonum kötüydü.

Saati hala boşver, zamana sokayım.
Bir şair var kadın, ne yazık tanınmıyor çok. Onun babasına yazdığı dizeyi saç örgülerinin arasına saklıyorum şimdi.
Henüz kozalağından çıkmamış bir kelebek cenini gibi tınlayan bir dizeyi gizliyorum saçlarının arasına.
Senin bazı yanların var bir ben bilirim, bir kaçını söyledim diye bitti sanma.
Onların yanına bir de bunu koyarım artık.Önemsiz bir şeymiş gibi duruyor ama bir ben bilirim seni tam.
Bir yere saklarım bir ben bulurum. Bir gün öpüp uyandırmak için kelebeği.

Hem Beethoven'ı diğer müzisyenlerden farkı kimsenin bilmediği bir notayı bilmesidir.
Di.

"Babam bizim evin dileğiydi"

Seni hep çok sevdim ben, bir de Beşiktaşı.
Bu sebeple bir saniye beklemelisin yanına gelmem için önce saati 19:03'e getirmeliyim.
Bekle sevgilim.

Dışın
(Ses tamamı ile orjinal bir Sig sauer'dan çıkmıştır.)

14 Temmuz 2014 Pazartesi

27 yaşındaki Olga'nın bir akşam üzüldükleri

Bayım; bu gidişleriniz beni şair sizi şiir yapacak.
        Didem Madak


İlkyaz işte bak,
Sen bunu bekliyordun.
Bunu bekliyorduk bir zamanlar.Biz.
En çok o zaman beraberdik
Ben sana bir ekmek bölüyordum
En güzel kahvaltıları bölüşüyorduk.
Çekirdek kabukları bana, içleri hep sana.
Hep dikkat ediyordum herşeyin sevdiğin gibi olmasına
Bak ilk yaz geldi. Sen bunu bekliyordun.
Bir zamanlar bunu bekliyorduk.
İlkyazı yaşa istiyorum
Yan yana olamasak da.

İsteseydin böyle olmazdı
İsteseydin öyle olurdu ama.

Sizin dünyanız çok dört duvar.
Bak benim şişmiş gözlerim hep bundan işte.
Hep bundan ilkyazları pas geçişim
Yeterince sevemeyişim bir şarkıyı
Bu evleri boşverişim,
Bu kadınları, saçı peruk adamları
Bu böyle güzel olan saksıdaki begonyaları
Geçiver şu arabaları, köşedeki bisikletleri
Denizi boşver, ağacı, bir kaç arkadaşı
Sigarayı çoğalt diyorum kendime sonra,
Olabildiğince çoğalt
Yakışıyor sana

Teker teker gelir iyi insanlar
Ve bir anda giderler.

Ağustos böceklerinin seslerini işitiyorum.
Elli yaşlarında iştahsız bir orospu
Uzamış tırnakları ile mermere adını yazıyor.
Bu sesi hep biliyorum.
Yürüdüğüm yolların ilk sapağında
Çokca ağaç, sıkışık toprak,
Allah kahretsin kahverengi hiç bir şey yok.
Ve belki bir daha hiç olmayacak.

Şimdi yorgun çiçekler gömüyorum topraklara
Sen başka bir ağaç sevdin.
Gölgem yetmez sana

Beni kan tutuyor
Şu bileklerimi bir zahmet siz kesermisiniz?
Hem benim adımda bir "a" var sadece.
Sizinkinde iki.
Oysa ben size elimi bırakın demedim ki hiç.


"Şiir icabı bunlar gerçek hayatta olmuyor."

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Duvar.

Kuru kanım üzerinde batmayan taş gibi kocaman
Bir açılıp bir kapanan
Bir kaç yüz çitle çevrili etrafı
Kimi kirpik diyor ucu zehirli oklarına
Kimi göz diyor suda üç kez sekmeyen tüm koca taşlara
Çingenelerin ettiği cenkleri katmazsak hesaba
Kim basmıştır ilk kez
Bir karanfilin üstüne.
Kim acaba?

İçimizde kendimize benzeyen trenler çiziyoruz.
Sen ısrarla Napoli Garında
Pembe, içi dolu lavanta
Kalabalık bir tren çiziyorsun.
Mendil satan güzel çocukar var
Tren giderken sallamalık mendiller satıyorlar.
Su çekmeyen gösterişli mendiller.
Ben ise eski peronlarda unutulmuş trenleri çiziyorum.
Prostat makinist eskilerinin toplanıp içtikleri
İçip içip eski aşklarına işedikleri
Sesi kısılmış,
Bir çuf çufu bile olmayan
Trenleri çiziyorum.

Hayat neresinden bakarsan bak seni kayırıyor sevgilim.
Yapacak bişey' yok!

Seni özlemenin telaşı basıyoral al yanaklarımı,
Ellerin geliyor aklıma.
-Kabe'deki putlara ilk baltayı bu eller indirdi
Bismillah!-
Ellerin etime değdiğinde kulaklara dolan çıngıraklı pırıltı.
Nar çiçeği ile tütsülenmiş tıkırtı
Göğse bastıran hakikat
Damarlara basılan binparça kabahat
Ve tekrar sen ve senin var olan her şeyin
Terkrardan
Ah! o vakitsiz baharlar...

Gece lacivert olduğunda biliyorum ben
Tanrı bir tek maviden vazgeçememiş.
Gündüz mavi, gece mavi, su mavi, hava mavi.
Tanrı'yı kendime benzetiyorum bazen.
Seni maviye.

Bir madenci otuzüç gün sonra gördüğünde göğü ilk kez
Onu düşün bir an,
Elindeki çamaşırları bırakıp koltuğa sadece onu.
Ondaki heyecan ne ise
Ben seni öperken
Hep bir fazlası işte.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

A.

“Yapacak bir şey yoktu. Aylardan Temmuz’du ve hepsi buydu. Terden sırılsıklam olmuş yatağımda inatla battaniyeye sarılmış öylece duruyordum. Bakışlarım bir matkap gibi tepemdeki duvarı aşındırıyordu. Kesin bir bakıştı bu, gözlerim iki mutlak matkap ucuydu. Dişlerimin arasından sızan ılık bir sıvı ağzımın içini dolduruyordu. Hafif yana doğru döndüm. Cenin pozisyonunda küçüldüm yatağın içinde. Hayatı hiç anlayamayan ben, aklında bin bir sorusu olan ama bir tane bile cevap bulamayan ben… Cenin gibi duruyordum. Yatağın ortasında bir soru işareti gibi bekliyordum.
Birisi beni cevaplasın istiyordum.
Sağ yanımda ki komidinin üstünde duran yeşil kaplı kitabın üzerinde bir parça toz vardı. Beyaz… Kristalize bir madde… İçine serpiştirilen cam kırıkları ile daha cafcaflı bir hale getirilmiş bir parça kokain… Hemen yanında bir kaç dağınık banka kartı… Bir miktar ot, sarılı bir cigaralık… Bunca ıvır zıvırın ortasında duran beyaz küçük bir gece lambası… Ikea kanalı ile yatak odamıza giren İsveç emperyalizminin bu aşağılık lambasına sıçayım diye geçirdim içimden. Ağzımın içini dolduran ılık sıvı dilimden boğazıma akmaya başladı. Tadını alıyordum. Bir avuç zambak çiğniyor gibi hissettim. Beyaz üstünde mavi yuvarlaklar olan yastğıma ağzımı dolduran sıvıdan bir damla düşüverdi. Kırmızı kocaman bir damla bembeyaz yastık kılıfını kırmızıya boyamıştı. Ağzımın içi sızlıyordu. Yutkunamıyordum. Boğazıma kadar kan dolmuştum.
Yataktan kalkmaya, doğrulmaya çalışıyordum. Eklem yerlerimde 150 kiloluk çingene kadınları oturuyordu sanki. Santim hareket edemiyordum. Ağlamamak için ıssırdıkça dudaklarımı yastık daha kırmızı oluyordu. Avuç avuç zambak çiğniyordum. Gözlerime giden damarların hepsi kan yerine gözyaşı taşıyorlardı sanki. Ağlamamak için sıktıkça kendimi daha bir terliyordum. Vücudumda yapışkan kötü kokulu balçık gibi bir katman vardı. Üç gündür duş almıyor daha kötüsü beş gündür balkona bile çıkmıyordum.
Ruh halim dağınıktı. Herkes ölmüş bir ben kalmıştım sanki. Telefonuma gitti elim. Sesli mesajlarımı dinlemek için gerekli numarayı ekrana yazıp doğruldum yataktan. Dün geceden kalmış bol otlu sigaramdan bir iki duman çektim içime. Gözlerimdeki çapakların halıya pul pul döküldüğü dakikalardı. Odayı dolduran kıyafetler sebebi ile yürümek kimisi için zor olabilirdi. Benim içinde öyleydi düne kadar. Yerde duran ve en sevdiğim olan beyaz ceketimin üzerine basıp tuvalete gittiğim andan beri hiç bir önemi yoktu ama. Metanın büyüsünden kurtulmuş özgürleşmiştim. Kalkıp mutfağa yol aldım. Kendime bir kahve koydum. Eskiden “yumiyum “diye bir şekerleme vardı, hatırlarmısınız bilmem. Yumiyum boyutlarında bir çizgi kokaini burnumun içinden beynime doğru çektiğim sırada, kül tablasında yanmakta olan bir adet winston soft bir de dibi kalmış bol otlu sigaram duruyorlardı. Telefonun ekranında duran numarayı ara tuşuna basarak şereflendirdim. Sesli mesajlarımı dinleyecektim. Sıradakini bekliyordum. Bip sesinden sonraydı.
“Bilmem açmıyor…”
Bu kadar. Sadece bu sesi duyuyordum. Bilmem açmıyor diyen bir ses ahizeden kulaklarıma sızıyordu. Kokain burnumdan beynime, sesi kulağımdan kalbime, sigara ağzımdan ciğerlerime doluyordu. Ağlamamak için direnmekten yorulmuştum. Mutfak lavabosuna kıpkırmızı tükürdüm. Balkona çıkıp ağladım. Aylardan Temmuz’du, ben terk edilmiştim. Nasıl ağlamayaydım.
Defalarca dinledim sesli mesajı. Kokain bitti sigaram azaldı ikinci bardak kahvemden de toplasan iki yudum kaldı. Belki yirminci kez dinliyordum. Açmıyor kelimesinin ikinci hecesinde ki vurgusunu ve sesin sonunda ki arkadan gelen korna sesini… Herşeyi ezberlemiştim. Dinledikçe acım azalmıyor özlemim artıyordu sadece.

Bil deyişinden belliydi, omuzlarını açıkta bırakan tek parça bir elbise giymişti.
Mem deyişinden belliydi, çikolatalı kurabiyeye benzer ayaklarını kahve tonlarında bir ayakkabı ile kapatmıştı.
Aç dediği anda saçlarını omuzundan gerisin geri atıyordu.
Mı dediğinde kocaman dişlerini göstere göstere gülüyordu. Kim bilir baharı müjdeliyordu.
Yor dediğinde…
Siktiğimin korna sesi çıkmıyor aklımdan.

Sizin sevgilinize hiç araba çarptı mı? 
Benimkine bir kez çarptı ve sevgilim ilkinde ölüverdi.
Bazı sevgililer çabuk ölüyor Allah'ım.