10 Ağustos 2013 Cumartesi

Söyleyecek sözü olan ve bir şeyleri değiştirmeye ihtiyaç duyan insanlar Adem ile Havva’dan bu yana ya kaleme ya silaha sarılmışlardır. En etkili araçlar silah ve kalem olduğundan dünya üzerinde milyarlarca yıldır edebiyat ve savaş kol koladır. Tarihin her sayfasında bu ikisine rastlarsınız; birisinin olduğu yerde diğeri de mutlaka vardır.
Ben derdimi anlatmak için kalem tutmayı seçtim inşallah silah tutmak ta kısmet olur bir gün.
Şimdi sizle basamak basamak bir komplo teorisi üzerinden konuşmak istiyorum.
Oldum olası en büyük sorunu Allah ve Din kavramları üzerinde yaşadım. Biraz aile yapım biraz kendi fikirlerim sonunda Allah ve Din gibi konulara ilahi anlamlar yüklemeyi çok küçük yaşlarda bıraktım ben. Hayatımda bir kere bile oruç tutmadığımdan bir kere bile namaz kılmadığımdan zaten olmayan bir şeyden vazgeçtiğimden yani; hiç de zor olmadı benim için.
Hatta tarihe biraz dikkatli bakınca kafamda bu dinlerin serüveni ile ilgili bir fikir oluştu zamanla. İlk çağlardan beri insanları bir düzen ve hiyerarşi altında tutmak isteyen zamanına göre zeki ve savaşçı insanlar olmuştur. Çağının en iyi savaşçılarından ve en bilginlerinden olan bu zatlar insanlık üzerinde uygulamak istedikleri düzen ve itaatkarlık politikalarını da hep kendilerine yarar sağlaması için planlamışlardır.
Antik yunan trajedyalarından tutun da hemen hemen her dinin içinde bir kıyamet olgusu ve bir cehennem tasviri vardır mesela değil mi?
Dünya kurulduğu günden bu yana ne büyük depremler ne büyük doğal afetler görmüştür bir düşünsenize.
İki binli yılların teknolojilerine hakim olmamıza rağmen düşününce hala tabiat karşısında nasıl çaresiz ve korkağız.
İlk insandan bu yana tüm insanlık gördükleri doğal afetlerden köpek gibi korkmuş ve kendi zamanlarında olmaması için hep bir çaba göstermişlerdir.
Yeri gelmiş Tanrı’larına putlarına dualar etmiş, yeri gelmiş namaz gibi kurban gibi ibadetler yaratmışlardır. Hepsi tabiata bir şükran sunma ve tabiatın gazabından korunma çabalarıdır.
İslamiyet’te de anlatılan bir anda dağların pamuk gibi dağıldığı, büyük bir ses ile denizlerin yükseldiği, yer kabuğunun çatlayıp magma tarafında yutulduğu anı bir hayal etmenizi istiyorum. Kıyamet diye korktuğumuz şeyin belki de milyarlarca yıl öncesinde gezegenimize düşen bir gök cismi olabileceğini varsayalım bir an da olsa. Ve ya da dünyanın genel oluşumu sırasında meydana gelen doğal bir afet olduğunu düşünelim. Bu gün bile karaların yer değiştirdiğini bin yıl sonra bir Venedik bile kalmayacağını ve buna benzer bir sürü tabiat değişikliğine maruz kalacağımızı söylemiyorlar mı bilim adamları. Onların söylemesini de geçelim biz görmüyor muyuz bu olanları ve olacakları. Dünya bir düzende durmak için kendi içinde milyarlarca yıldır bir çaba veriyor. Kimyasal reaksiyonlar büyük patlamalar…
Denizler yükseliyor, dağları yutuyor. Depremler oluyor kıtalar birbirinden ayrılıyor.
Hatta bana sorarsanız Dünya birkaç kez kendini yenilemiştir bile bu güne kadar. Belki bizden önce yaşamış bizim kadar bizden az veya bizden daha gelişmiş bir teknoloji ve bilgi ağına sahip nice toplumlar yaşamıştır bu topraklarda.
Düşünsenize milyarlarca yıl öncesinde gayet bizim gibi yaşayan insanların olduğunu.
Sonra bir gün başlarına bir felaket geldi. Kim bilir belki de bize Nuh Tufanı diye anlatılan bundan başka bir şey değildir. Bu tasvirler her dinin içinde her toplumda görülmüyor mu?
Her kavim müthiş büyük bir felaketten bahsetmiyor mu?
Bu kadar konusunun geçmesinin sebebi belki de yaşanmış olmasıdır; olamaz mı? Belki de bizden önceki insanlar bir veya birkaç kez dünyanın o büyük yıkımına tanık olmuşlardır. Öyle büyük bir kaostan kurtulanlar da olmuş olma ihtimali kuvvetle muhtemel değimlidir peki. İlahi bir olay olmadığından sadece çok büyük ve çok yıkıcı bir doğal olay olduğundan buradan kurtulmuş olan az da olsa insan olması bence hiç de saçma bir düşünce gibi durmuyor.
Milyarlarca yıl öncesinde yaşamış toplumlar da helikopter pisti buluyorlar bu gün bu bizden önce yaşamış insanlar hakkında bize bir ipucu vermiyor mu sizce de.
Bu gün şehir efsanesi gibi her yerde dolaşan Maya Takvimine göre 2012 yılında kıyamet kopacağı efsanesine göz atalım bir de. Bakalım benim savımı destekleyecek mi?
Eski insanların başına gelen bu büyük doğal afet sonrası, kurtulan insanlar o anı bir şekilde diğer insanlara aktarmak için her zaman olduğu gibi resime ve edebiyata sarıldılar.Yazı ve çizgi zaten insanlığın tüm kültürünün zenginleşe zenginleşe buraya gelmesini sağlamadı mı?
Hatta edebiyatın ve sanatın toplumların yapılarını değiştirme de ki gücü o kadar iyi biliniyordu ki eski insanlar tarafından, bakınca bazı milletlerde halkın kafası karışmasın diye resim yasaklanıyordu. Osmanlı gibi imparatorluklar matbaaya bile ayak diretiyorlardı.
Çünkü biliyorlardı ki ilk insandan bu yana her şey yazı ile çizgi ile gelmişti buralara.
Konumuza dönecek olursak o büyük afet veya afetlerden kurtulan insanlar o anı tasvir eden yazılar yazıp çizgiler karalıyorlardı taşlara mağara duvarlarına yahut papiruslara. Bir şekilde dertlerini anlatıyorlardı. İşte tam bu noktada zamanlarının bilginleri çıkıp Tabiat Ana’nın gazabından korunmak için yapılması gerekenleri sıralıyorlardı. Bir nevi din üretiyorlardı. İnsanları o büyük yıkımla korkutuyorlar onu yaşamamak için de yapılması gereken kuralları belirtiyorlardı. Kendi içlerinde eğer bunları bunları yapmazsanız yeniden bu gazap bizi bulacaktır diye buyuruyorlardı. Mayalar gibi belki de bize ulaşmayan binlerce millet tarih bile veriyorlardı insanlara. Her zaman olduğu gibi o zaman da bir inanç sistemi vardı. Bu tarihte olacak o büyük yıkımın sonunda sorumlularının yine Tabiat Ana tarafından cezalandırılacağı söylenerek, insanlık korkutuluyor pasifize ediliyordu.
Beş yıl sonra deseler kimse çalışmayacak ve o anı bekleyecek diye de tarih genelde çok sonraları olarak belirleniyordu. Belki de Mayalar gibi binlerce kavim tarih vermişti. Atıyorum bilmemneler 1324 demişlerdi. Belki o zaman yaşayan insanlar da beklediler o tarihi ve bir şey olmadığını gördükleri için bu efsaneyi kuşaktan kuşağa aktarmayarak tarih içinde yok ettiler.
Birdiğer taraftan da insanları bir arada tutan şeylerin ne olduğu hep tartışılır; vatan sevgisinden dine kadar bir sürü şey söylenir. Aslında bakınca insanları bir arada tutan şey korkudur. Din dediğimiz şey cezalandırılıma korkusu, Vatan sevgisi dediğimiz şey toprak kaybetme, düzenimizin bozulma korkusudur.
İlk insandan bu yana bizi korkuyla bir arada tutmuşlardır. Yakıcı ateş ile boğucu su ile, yeri geldiğinde rüzgar ile…
Dini kitapların hepsine baktığımızda Allah kelamı olduğu söylenen şeylerin kurallar silsilesi olmadığı aşikardır. Oysa insanlara cennet için yapılması ve cehennem için yapılması gerekenleri anlatmak için inen bir kitapta doğru düzgün kurallar bulunmaması ne saçma değil mi? Genelde Allah veya Yaratıcı kendinden, kendi büyüklüğü ve affedileceğinden bahseder. Bir hikayesi bir kurgusu olan yazılardır bunlar. Hikayeler anlatır bize Yaradan, kimleri nasıl cezalandırdığını anlatır. Şunu yapın bunu yapın diye kesin bir şey söylemeden vereceği cezaları yapacağı güzellikleri anlatır. Hepsinin müthiş bir dille yazılmış, kitaplar olduğunu kim reddedebilir. Aslında bu olaya böyle bakıyor olmak bile bir yerde bu yazılanların o büyük afetleri görmüş insanların veya bu bilgilere bir şekilde ulaşmış kişilerin elinde çıkma olduğu fikrini desteklemektedir. İnsanları korkutmak için yazılmış içlerinde korkunç hikayelerin bulunduğu eserlerdir bunlar.
Bir düşünün değişmeyen tek kitap neden Kuran’ı Kerim. Çok özellikli olduğu için değil de belki de son kitap diye değişmemiştir. Henüz değişmemiştir ama. Hristiyanlar ve tüm diğer dinler zaman içinde olayların gerçek seyrini özümsemiş ve bu kitapların, önemli ve saygın kişiler tarafından yazılan destanlar olduğunu anlamışlardır.
Evet kutsal kitaplar içinde öğütler de bulunan destanlardır aslında.
Bizim kitabımızın değişmemesi ve diğerlerinin değişmesi konusunu bir de şöyle düşünelim.
Aynı dine mensup olmalarına karşın birbirinden farklı olan insanlar her daim var olmuşlardır. Nasıl bizim dinimizde başı açık gezen ile çarşaf ile gezen varsa tüm diğer dinler de de bu böyledir. Ve ister istemez kimse bir şey yapmasa da bir süre sonra bu insanlar farkında olmadan bir birleri etrafında toplanırlar. Siz isteseniz de istemeseniz de toplum kendi algılayışına göre bölünür dağılır. Bu sebeple diğer dinlerde, o dinin önde gelen alimleri oturmuşlar ve kendi gibi düşünen insanlar için yenilenmiş revizyona uğramış kitaplar yazmışlar. Onlar süreçlerini tamamladıkları için toplum kendi kendine ayrışmıştı zaten. Sadece her topluluğun başındaki kişiler, kendi kitapçıklarını çıkardılar. Biz henüz bu süreci tamamlayamamış bir diniz. Bu yüzden biz Katolik Protestan gibi mezheplere henüz onlarda ki kadar keskin bölünemedik. Ama bizde de olacak olan; sonuçta budur. Nereye kadar siyah çarşaf içinde gezen ile mini etek ile gezeni aynı din çatısı altında tutabiliriz ki. İmkansız.

Bir de olayın şu kısmı var ki tam film yapılası bir hikaye aslında. Gerçekten çok samimi söylüyorum bunu. Ben Hz. Muhammed’ e inanılmaz saygı duyan birisiyim. Zekasına, hırsına azmine sadece eğilirim. Dönemini bırakın gelmiş geçmiş insanlık tarihi içinde bir elin parmaklarını geçmeyecek zekadan biriymiş gerçekten.
Hz. Muhammed’in ilk doğduğu zamanlarda Arap yarım adası kabileler halinde yaşayan henüz toplumlaşamamış bir milletti. Araplar dağınık ve güçlerinden bi haberlerdi. Dünya tarihinin belki de en eski ve köklü uygarlıklarından olan Araplar, zevke sefaya düşmüş zenginliklerinin keyfini sürüyorlardı. Bir taraftan da halkın geri kalanı açlıktan kırılıyordu. Araplar genelde putlara tapmalarına rağmen Hristiyanlık Sabitlik gibi başka bir sürü dine de mensuplardı. O zamanlarda Arap yarım adasının en önemli olayı birbirlerine iktidar mücadelesi sebebiyle savaş açan kabilelerdi. Sürekli bir savaş vardı. Hatta sadece dört ay boyunca savaşmazlardı(Muharrem, Recep, Zilka'de ve Zilhicce aylarında)

Hatta ve hatta bu zamanlarda panayırlar kurulurdu. Bu panayırların en büyüğü Tâif'le Nahle arasında kurulmakta olan Ukaz panayırıydı. Ticaret için gelen esnaflar dışında şairler de bu panayıra katılırlardı. Şiir yarışmaları yapılır; halk tarafından beğenilen şiirler, Kâbe'nin duvarlarına asılırdı. Bu panayır sırasında beğenilip Kâbe duvarında asılmış olan yedi ünlü kasideye "el-Muallekatü's-seb'a" (Yedi Askı) denilmiştir.
Bir taraftan da Osmanlı’da bile devam eden bir methiye alışkanlığı vardı biraz tarih ile edebiyat ile ilgisi olan herkesin bildiği. Eski zamanlarda insanlar padişahlarını krallarını övmek ve onların yüceliğinden bahsetmek için methiyeler düzerlerdi. Kralını padişahını öven şiirler yazarlardı. Bu Kabe duvarına asılan şiirler de kuvvet ile muhtemel Putları Yaradanları Allah’ları ne olduğu fark etmez ama taptıkları ve inandıkları güce yazılan methiyelerdi. Din simgesi olan Kabe duvarına kadın ve alkol ile ilgili şiir yazılacak değildi ya. Buradan anladığımız kadarı ile zaten Hz. Muhammed’den önce de insanlar Yaratan korkusunu temel alan ve Yaratıcıların öven uzun methiyeler şiirler kasideler yazıyorlardı.
Bir gün zamanının bilgin ve kalemi güçlü Arap çocuklarından biri olan Hz. Muhammed’in yazdığı şiirler beğenilmeye başlandı. Hatta burada şöyle bile düşünebiliriz. Martin Luther Kıng nasıl ki İncili yeni bir forma sokarken önce sokaklara, kilisenin duvarlarına isimsiz manifestolar yazmıştı. İnsanlar da bir bilinç uyandırdıktan sonra ismini yazmaya başlamış ve güçlendikçe yazmak konusunda daha da özgürleşmişti. İnananları olmuş hatta bu inananlar Martın için kılıç bile sallamışlardı. Belki de o zaman Hz Muhammed de yazdığı bu şeylerin beğenilmesi üzerine yavaş yavaş kendine inanan ve bilgeliğine saygı duyan insanlar kazanmıştır. Kılıcı güçlü Ali gibi adaleti ile bilinen Ömer gibi. Cesur Hamza veya önemli bir bilgin olan Ebubekir gibi. Hatta bu yeni bir araya gelen insanlar eskiden var olanlar için tehdit oluşturmaya başladığında o vakit savaşlar da başlamıştır. Uhud gibi Hendek gibi savaşlar belki de bu yeni dinin inananları ile eskilerin iktidar mücadelsiydi. Belki de Hz. Muhammed’e inanan bu insanların ortak paydası o zaman ki iktidardaki kabilelerin( mesela panayır koruyucuları olduğu için saygın olan Kureyş Kabilesi) boyunduruğuna girmek istememeleri idi. Sonuçta İslamiyet ve diğer dinlerin merkezi olan şehirlerin en büyük özelliği zamanının en zengin ticaret yolları olması değil miydi?
Asıl burada da önemli bir konu var ki Kuran’ı Kerim’in müthişliği. Gerçekten yazıldığı dil olsun, anlatılan hikayeler olsun insanların kanını donduracak cinsen hikayelerdi. Tarihteki her türlü olayı müthiş bir zeka ile kurgulamış ve Latinlerin Opus Magnum dedikleri o gelmiş geçmiş en iyi eseri yazmıştı Hz Muhammed. Hatta belki tek bile değildi kendisi gibi başka kişilerle belki de kendisinden yaşça büyük bilgin zatlarla hocalarla yazmıştı. Devrimci ruhu ile hırsı ile o bozuk Arap yarım adasını düzeltmek için yazmıştı.
Kıyamet günü için tarih vermeyecek kadar akıllıydı. Çünkü bir tarih verse gerçekliğini yitirip gidecekti her şey.
İlk olarak kolaylık dini olması gerekiyordu. Kuralların ağırlığı ve yapılması gerekenlerin zorluğu insanların gözünü korkutabilirdi.
Hala günümüzde bilmem kimin el yazmaları gibi bir çok şeye ulaşabiliyorken o zaman şu an bize kalmamış ne alimlerin nasıl yazıları vardı kimbilir. Tam bu nokta da Kuran’ı Kerim de geçen bilgilerin de nereden geldiğini bulabiliriz. Süveyş kanalını bizden çok önce görmüş ve biliyor olamazlar mıydı?
Belki biz onu binlerce yıl sonra bulmuş olsak bile bu büyük afetlerden birinde yok olan kavimler bizden önce bulup bir sonra ki kuşağa aktarmış olamaz mı.?Nasıl ki Barbaros Hayrettin paşa gibi ünlü denizcilerin notlarına bu gün ulaştığımızda gezdikleri yerleri nereleri bulduklarını öğrenebiliyorsak belki de bizden çok önce yaşamış bir denizci de Süveyş kanalını zaten bulmuştu. Demem o ki içinde kendisinden önceki bilgilerin iyice harmanlandığı, dili müthiş olan bir kitaptan ibaret olabilir Kuran’ı kerim.
Benim için bu düşünce örümcek ağları ile saklanan Hz Muhammed’in hikayesinden çok daha rasyonel.
Bir dağa çıkıp vahiy bekleyen gelince de aşağı şehre geri inip insanlara yazdıran okuma yazma bilmeyen Hz. Muhammed’ den çok daha mantıklı.
Burak adlı bir binek atı ile bize şah damarımızdan yakın olan Allah’ı görmek için göğe yükselen Hz. Muhammed’den çok daha olası.
Sözün özü dünya üzerinde milyarlarca yıldır insanlar toplumları düzen altında tutmak için uğraş verdiler. Din bu konuda en mistik ve en epik buluştu. Bir gün Hz. Muhammed en beğenilen Yaratıcı için yazılmış methiyelerin Kabe duvarına asıldığı bir dönemde, dünyayı temelinden değiştirecek o müthiş kitabı yazmış olamaz mıydı?
Demek istediğim dünya bu günkü şeklini bir methiye ile almıştı. Allah’a düzülmüş methiyelerin en kusursuzu en müthişi Kuran’ı kerim idi.

8 Ağustos 2013 Perşembe

Siz hiç çocukken misketlerinizi kaybettiniz mi; işte ağladı mı öyle ağlıyordu.


Sen bir başına öyle kalabalık
Sen boynundan başlayıp memelerine kadar uzanan
Bir akarsuya ayağını değdirmekten korkan
Sen boş evde aynalı bir kırık dolap
Sen Allah'ın kendisinden razı geldiği en kırmızı karanfil
Ben ise nerde bir hata var gidip ona sarılan
Hep aşık olan yanlış kadınlara
Sende bir hal var sol yanı beyaz sağ yanı zeytin karası
Deniz gören gözlerinde bir dalga var tekrar edip duran kendini
Şimdi Egedesin sanırsam, coğrafyam iyi değil
Ayaklarını denize sokuyorsundur belki.

Ağzında nefes dolu, inci boncuk hepsi güzel
Saç örgülerinin arasında kalmış bir eski zaman şarkısı
Siyah beyaz nice fotoğraf yırtık
Halbu ki kasıkların eminim karınca yuvaları gibi sıkışık
Ve beni bir öpücüğünle çözebilen
Dudakların her kilide uyan anahtar

Sen eski bir kitap bir kaç cümlesinin altı çizili
Sesinde binlerce melek var konustukça sen keman çalarlar
Sen kötülere karşı memelerinde sığındığım
Mahkumların çiçeklerine işeyen gardiyanlara edilen küfür dudakların
Öpmeden nasıl durayım, dudakların bu kadar güzel madem
"Sanırsın ki sen sade küçük bir cisimsin
Oysa sende dürülmüş en büyük âlem""


Ve şimdi size ondan bahsetmem gerekirse abilerim ablalarım
Henüz kendisinden daha anlamlı bir ayet bilmediğim ondan
Dilimde ki kırk düğümün sebebi
Sorduğunda bana kendi sesi ile,
Hermes'in nefesi
Geçen gece hatırlarsan bana bir şeyler demiştin diye
Düğümler eklenip durur dilime.
Konuşamam

İsterim gel yatağıma gir
Düğmesiz elbiseler giy soyunup dökülelim
Sevişip sevişip seninle terimiz soğumadan
Beşiktaş'a inelim.
Bir vapura denk gelir elbet günümüz
Kadıköy'den kalkıp gelen bir vapur
Nice martı sabahlamıştır güvertesinde
İstanbul'u en güzel Beşiktaş'tan görürüz.

Memelerinde ki daldan yeni düşmüş elma gıcırtısı
Saçındaki heybet ve dalgalı hal.
Dişlerin dişlerime değdikçe çıkan ses, yüzyıl gürültüsü
Arkanı dönünce bana kasıklarıma yağan kar.
Allah'a şükür ki iki yakamızı bir araya getiren bir köprümüz
Hala var!

5 Ağustos 2013 Pazartesi

GARİP DÖNEMLER


Ergenekon davası sonuçlandı.
Ortalıkta bir toz bulutu kafası kaşık bir Türkiye var.
Aylardır devam eden gezi olayları üstüne bir de bu mahkeme sonuçları...
Ergeneokon davası tamamen egemen gücün devletin içindeki eskiden günümüze gelen yapılanmalarla hesaplaşmasından başka bir şey değildir.
Bu bir demokrası davası, bir darbe hesaplaşması değil iktidar savaşıdır.
Dava sonuçları hakkında pek bir şey söyleyemeceğim.
Bir hukukçu değilim yada iddianemeyi okumuş bir gazeteci...
Kararlara insani boyuttan bakabiliyorum sadece. Orada ismi geçen insanların çoğunu tanımıyorum.
Tanıdıklarım içinde ideolojisini paylaştığım hatta bir adım öteye götürerek sevdiğim bir adam dahi yok.
Kemal Kerinçsiz, Arif Doğan, Veli Küçük,Doğu Perinçek...
Bu ülkede faşistliğin bayrağını taşıyan, kimisi silahla kimisi kalemle bir halka savaş açan insanlar değil mi?
Veli Küçük'ün Arif Doğan'ın adı içinizde bir soru işareti de mi uyandırmıyor?
Tuncay Özkan F Tipi cezaevlerine otel dediğinde üzülmediniz mi yada.
Bu ülkenin kaymak tabakası gibi takılıp güzel hayatlar yaşayıp halkını anlamayan bu solcu arkadaş gibiler hiç mi yumruğunuzu sıktırmadı size?
Bana çok sıktırdı.
Zerre haz etmeyeceğim insanlar bunlar ama olay gelip de yargı adalet ve hukuk düzleminde bir şekil alınca olaylara farklı bakmak gerekiyor.
AKP'nin bu sindirme pasifize etme politikası ile her kesimi itibarsızlaştırma harekatı can sıkıcı bir hal almaya başladı.
Bunca yıldır gözaltında ailelerinden uzakta tutulan insanlar, yapılan muamemeler, duruşma günü yapılan zulüm, onlarca insana devleti yıkmaktan müebbet hapis cezaları...
Biz istiyoruz ki darbecilerin katillerin hepsi yargılansın.
Mehmet Ağar...
Tansu Çiller...
Kenan Evren...
Bir parmak bal çalmanızı istemiyoruz ağızlarımıza.
Ayrıca şeffaf yürütmediğiniz bu dava yüzünden insanlar kimin ne ile suçlanıp ne için ceza aldığını bilmiyorlar.
Siz öyle bir elinize yüzünüze bulaştırdınız ki bu adaleti yargıyı Allah bir deseniz bu halk size güvenmez artık.
Kişisel fikrime gelince hiç bir gazetecinin yazıları ve fikirleri yüzünden müebbet almasını tabi ki kabul edemem.
Yargılanması bile acizlik zayıflıktır.
O kadar karışık bir dava oluşturdular ki yukarıda saydığımız faşistlerin ceza almasına sevinmek ile suzçsuzlara yapılan muamaleye ve hukuksuzluğa üzülmek birbirne karışır oldu.
Gün daha güçlü olma günüdür.
AKP şunu biliyor ki ilk defa tarihlerinde kendilerine karşı olan tüm farklı ideolojiler birleşti.
Belki ilk günkü kadar kuvvetli değil artık ama bir kere korktu iktidar.
Ve bu kararlarla öyle bir hava bir yaratıldı ki AKP karşıtları birbirine düşer oldu.
Bazıları darbeciler yargılandı ohh bazıları burası nasıl ülke ahhh...
Twiter gibi sosyal ağlarda "Teröristler dışarda vatanseverler içerde" algısının ağır bastığını görüyoruz.
Gezi ruhu diye başlayan sosyalist rüya yerini ulusalcı şövanist bir kabusa bırakacak gibi duruyor.
O Park da birbirini anlayan Kürt, Türk, Ermeni,Alevi halkları ulusalcı söylemlerle yeniden birbirinden uzaklaştırılmakta.
Asıl tehlike bu.
Hani biz sevmeyi sarılmayı öğrenmiştik ne oldu da ilk olayda hemen birbirimize bok atmaya başladık yine.
O dava içinde ceza almayı hakeden haketmeyen insanlar vardır, yapılan muamele hukuksuz ve adicedir. Bu konuda herkes hemfikirdir.
Kara bir gündür.
Bu gün adalet sistemini eleştirmeyenler yarın iktidar hukuku ile yüzleşmek zorunda kaldıkalrında kimseyi bulamazlar yanında.
Hatırlarsanız Cumhuraşkanı'nın rektör atamalarında ki gücünün tartışıldığı dönemlerde kemalist sınıflar
Ahmet Necdet Sezer'in insiyatifi ile atadığı sözüm ona laik rektörleri görünce sistemi eleştirmek yerine alkış tutmuşlardı.
Aynı zihniyet Abdullah gül kendi ideolojisine yakın isimleri atayınca sorun çıkarır oldular.
Sistem bazılarının işine geldiği müddetçe iyi işlerine gelmediğinde kötü görünür oldu.
Halbu ki sorun temelinden eleştri yapabilmekte.
AKP'nin kurduğu bu hukuk sahnelerinde hukusuz ve adil olmayan yargılanmalar yapılıyor. Gerçek darbeciler, faşistler devlet içi yapılanmalar ayıklanıp temizlenmiyor.
Bu bir demokrasi hesaplaşması değil o sebeple Ahmet 5 yıl Mehmet 3 yıl almıştan çok da ha mühim bir sorun var ortada.
Yoksa Veli Küçük veya Aydın Doğan için üzülmüyorum diye ben bu gidişi hoş karşılıyorum demek değil bu.
Suikastçıların beraat edildiği bir yargılanmanın ve beraat edenlerin ideolojik duruşlarının gösterdiği şey bize, AKP'nin istemediklerinin üstünü çizdiğidir.
Bu durumda doğru tahliller yapıp doğru atılımlar gerekmektedir.
Hemen klavyelere saldırıp teröristler dışarda vatanseverler içerde gibi o ayrımcı dili kullanmak istemeden de olsa kendi içimizde bölünmemize sebep olacaktır.
Orada ceza alan insanların içersinde bir sürü insanın ahını almış kişilerin olduğu unutulmamalıdır.
Faili meçhuller, toplu mezarlar, yakıp yıkılan köyler, evlatlarını yitiren anaların gözyaşları...
İnsanlara saygısızlık etmeden değerlendirmek gerekiyor bazen ve bir insana saygı onun acısına zayıf noktasına saygıdan başlar.
Ergenekon davası bir cemel olayı olmasın izin vermeyelim istiyorum.
Ayrımcı dili bırakalım oradaki hukuksuzluğu eleştirelim ama bunu bir halkın ki bu dava da bir şekilde taraf olan acısını yaşamış bir halk üzerinden yapmayalım.
Burdaki hukuksuzluğu gözardı etmeyelim ama bu isimlerin arasında gerçekten suçlu olan bu halka acı çektirmiş insanlar olduğunu da unutmayalım.

Eğer sanıklardan biri tecavüzcüyüm deseydi daha az ceza ile yırtardı falan diye ucuz populizmden uzak duralım istiyorum. Çünkü gerçekten o isimlerin arasında tecavüzcüler var. Bu halkın canına namusuna geçmişine köküne kültürüne tecavüz etmiş insanalr var. Unutmayalım.


4 Ağustos 2013 Pazar


Bahça duvarının öbür yanı erik ağacı
            Esti mi rüzgar dağılır yelesi
            Sanki 4 kapılı evin tek bir kızı
            Suç sende değil sana meyli verendedir.

 

Sırrını gizli tut aşikar eyleme hiçbir cana
            Ne yanan kalp olur ne giden yalnız canan
            Bir dert ki bu olur olmaz düşer akla            Suç sende değil sana meyli verendedir

 

Yeşil gözlü pirim adalet çorbasına tuz olmuş
            Yetmiş iki millet sevda için bir olmuş
            Bir kimsesiz fukara derdinden pir olmuş
            Suç sende değil sana meyli verendedir

 

Olga der bimiyorum hangi bahçanın eriği
            Bu yana düşen saç, bu yana düşen peri tozu
            Her gün ayrı bir ses, kuş dolu çamaşır ipi
            Suç bende değil bana irade vermeyendedir

1 Ağustos 2013 Perşembe

"Kendisi iyi ki var"


Senin gözlerinde bir kapı var, yüzüme kapalı.
Ses tellerinde keman çalan binlerce melek...
Senin benden uzağa düşen bir yanın var,
Her yanını seviyorum.
Bir düş var gördüğüm sen hep içindesin
Kimi gün insan,kimi gün çiçek...
Hep farklı biçimdesin.
Halbuki nefesinin karınca yuvası gibi ağzıma doluşunu sevdim ben
Bir elma tutturmuşsun, bir de masmavi deniz
Elmayı ıssırıp ıssırıp tükürüyorsun.
Sonra kedilere yemek veriyorsun,
Lapa pilav biraz süt
Sevmek nasıl da yakışıyor sana
Böyle tenine çivilerle çakılmış bir koku
Bir tutam yasemin, biraz limon çiçeği, hafif deniz...
İçtiklerimden olsa gerek diye düşünüyorum
Senle sevişmek pamuş şeker kazanına düşmek gibi
Özlüyorum seni.
Özledikçe yorgun düşüyorum.

Sanıyormusun her vapur bizi Kadıköy'e götürür
Bunun daha Karaköy'ü var.Kim bilir Eminönü...
Evinden uzakta bir başına...
Sonuçta Mersin'e hepsi uzak.
Dımdızlak kalırsın bazen,
Sigaran biter bir yabancıdan istersin.
İstanbul anlamaz yazdan falan,
Ağustosta yağmur yağar, ıslanırım.
Yanına gelmek isterim hep bir şeyler çıkar.
Bayrama küser Allah'a hırslanırım.

Bu gün kötüsün biliyorum.
Halbu ki yanında olsam öperdim seni.
Etrafında pervane,
Ayağın yere değse aklım çıkardı.
Dizkapaklarından severdim seni
Ağrıyan neren varsa orandan.
Ağrıyan her yerine Allah sürerdim.
Dua bilmiyorum affet beni.
İyileşmezsen yapacak bir şey yok O'na söverdim.