16 Ekim 2012 Salı

Gel affedelim birbirimizi. Ekimin ortasında




Dışarıda kavun dilimi gibi sarı ve kokulu güneş
Gel affedelim birbirimizi.
Denizler kıpır kıpır.Affedelim.
Kafelerde uzaklara bakıp gidişin senin
Dudağını büküşün
Saçlarının kahredici inceliği,
Otoriter siyahlığı saçlarının ,
Kıvrılan burnun sonra... Ve Allah.
Hepsi için affedelim.
Temmuz kadar ağır çeker, beni zamansız öpüşün
Benim halim sonbahar gibi. Paldır küldür.
Mülkiyet denen şeyin canı cehenneme
Elimde balyoz tüm heykelleri alt-üst ederim ben.
Neyden korkacakmışım hem!
Manifestoma mani olanın eceli hazır
Ben denizde taş sektirmekten korkardım gençken
Acır diye canı
Mesela seni bir tanka atıp gezdirmek istiyorum
Ülke ülke, her kara parçasında
Sonuçta Cumhuriyet dediğin senin sol yanın.

Anne kelimesini üç kez öpüp başıma koyuyorum
Ama biliyorum en çok sana yakışır
Yeşil eteğinin altına yakışır,
Yada beyaz kuğu gibi boynuna.
Ucuna bir ufak taş takarım
Memelerine sonra, memelerine annelik ne yakışır.
Ufak bir çocuk köfte dudakları ile
Memelerine yapışır.
Anne!!!

Sonra durmadan tekrar eder kendini bir devlet,
Sen akarsuların denizi öptüğü yersin
Annesi böyle güzelken ne etsin evlat.
Gel affedelim birbirimizi
Sonuçta aşık dediğin sevişerek iyileşir
Aşkın provası olmaz, silahın şakası
Senin gidişini taklit ederim ben,
Bir vazo taklit eder dağılışımı
Gel affedelim birbirimizi en mahrem yerlerimizden.

5 Eylül 2012 Çarşamba

Aslında sonunu daha yazmadım ama bu böyle güzel... Çat diye bitenlerden


bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur...
                   Turgut Uyar


Yeni bir şiire nerden başlamalı, seni öpmeye nerelerinden
Sesinden dökülen şelaler var,
Her kelimende ayağımı suya sokuyorum.
Oralarından mı?
Nerenden.

Diye bir dert var içimde.
Anlıyormusun?

Beni öptüğün yerlerim dökülüyor pul pul
Teker teker kanıyor gözbebeklerinin değdiği yerlerim
Bir özlemek gibi ben söyledikçe senin reddettiğin
Bir özlemek ki
Hangi kuşun kanadına iliştirsem düşer kuş.
Öyle özlemek

Diye bir hicranki sorma gitsin.
Duyuyormusun?

Aşk boş iş sevgilim, sevda boş iş
Bir erkek bir kadın
Defalarca soyunup yine defalarca giyinmek...
Sevişmek boş iş
Yaşamak gibi bir bela varken başta öpüşmek boş iş
An olur çünkü eminim;
Edepsiz ağzım küfüre bulanır tekrar tekrar
An olur düşer gardımız
Dudaklarımızda yumruklar patlar
O öpülesi dudaklarında hayat denen şıllığın yumrukları
Halbu ki ben bilirim seni
Yerinde öyle ağır dalında öyle güzelsindir
Gölgen bile ağır gelir seni bilmeyene
Bende beşerim sonuçta elbet şaşarım
Ne yapsın bu meftun kalp içine girmeyene

10 Ağustos 2012 Cuma

Dua etmekten bıkan ABD Kökenli müsluman rapçi der ki: "Amin again man"




Ne zamandır böle sikik sikik konular da bir şeyler yazıyorum.Hani olur ya bişeyler karalarsın sonra kaydeder atarsın bir yere, deftere yazdıysan saklarsın.
Ben o işi bıraktım işte direk bloga yazıyorum. Düşününce ne garip ama, teknolojiyi farketmeden nasıl kanıksadık.Dijital günlük ne amk. Her neyse bu aralar
sevdiğimiz kardeşimiz, şahsen benim reis demekten en hoşlandığım adam Serkan reis ki güneş gibi sarışındır kendisi, gözleri aman allahım orman sanki, askere gidiyor.
Onun askere gitmesi üzerine geçen aklıma ne zamandır gelen bir şey geldi. Şeklimizin on numero olduğu gecelerden birinde gamzeli bulgar,tarz adam ömer arkadaşıma
ki kendisi bıçkın bir pendiklidir bir kısa film projezi yumurtlamıştım. Oradaki muhabbet te askerlik ile ilgiliydi ve nicedir o muhabbet aklımda dönüp duruyor.
Askerlik ya sandığımız gibi bir şey değilse?
Düşünsenize de askerlik aslında erkek ırkının kadın ırkına söylediği en büyük yalansa.
Ya tüm erkekler sözbirliği etmişesine aynı yalanı söylüyorsa, ve aslında allah cennet kıyamet her şey oyunsa, bu büyük oyunun inanılmaz dekorların tek sebebi kadınların
bilmemesi gereken bir sırrı saklamaksa. Askerlik ya kadınların bildiği gibi bir şey değilse?
Daha kötüsü askere gitmemiş erkekler bile bu sırrı bilmeyecek...
Askeriye denen şey meğerse içeride karıların havuzların alkol ve uyuşturucuların dolu olduğu Büyük Seyduna'nın cenneti gibi bir yerse.
Erkek askere gidene kadar askerden korkar gidince ne görsün her yer şahane karılar sınırsız alkol ve sex partileri ile dolymuş. Akeriye  dejenarasyonun başkenti gibi bir yermiş meğerse.Erkekler kadınlardan izole böyle bir ortam yaratmak için askerlik yalanını söylüyor ve binlerce yıldır milyonlarca kişiyi sırf bu uğurda öldürmekten geri durmuyorsa.
İnsan canı ölen çocuklar yanan evler bu büyük planın bir parçası ise. Bu sırrı kadınlara söyleyenler dayanamayıp dillendirenler hemen öldürülüyor şehit deniyorsa.
Ben böyle olmasını umuyorum inandırıcı olsun diye de anılar anlatılarak kötü iğrenç bir ortam olduğu sürekli kadınlara söyleniyor.
Hatta psikolojik bir silah olarak bile asker muhabbeti denen bir olgu yaratılmış ve kimse anılarını dinlemek istememektedir.
Bu güne kadar hiç askerlik anısı dinlememiş bir kız bile a"yy hayatta dinleyemem çekemem" demektedir.Çünkü bu böle olduğu için değil erkeklerin sırf bunu böyle bilsin kadınlar
isteği üzerine inandırılmış bir parodi. Sebebi de soru falan sorarsa bir şey kaçırırım ağzımdan açık veriririm korkusu.
Aman allah'ım ne zekice değil mi. Planın müthişliğine bak
Böle olması ne güzel. Diğer türlü üç beş kanı bozuk para kazansın diye gencecikk çocukların birbirini öldürmesi çok acı.Bu daha büyük bir insanlık suçu değil mi?
Allah'ım nolur böye olsun.Amin.

Ps: Serkan Reiste dönsün bir an önce. O bize lazım.Amin again man.

9 Ağustos 2012 Perşembe

Bu aşk böyle bitemez, bırakma terk etme beni...


Halim acz oluverir ne vakit düşün düşse aklıma
Dıgıdık dıgıdık binlerce atlı düşer ardıma

- Beni seviyormusun?
- Sana bağlı.
- Nasıl bana bağlı. Beni seviyormusun. Sen beni seviyormusun yani. Birini sevmek insanın kendisi ile alakalıdır.
- Haklısn.
- Beni seviyormusun o zaman?
- Dedim ya sana bağlı.
- Çıldırmamı istiyorsun herhalde. Haklısın deyip yine aynı şeyi söylüyor olman tekrarı sevmenden mi, yoksa idrakinin zayıflığından mı bilemedim.
- Hayır yanlış anladın beni. Yaşamam sana bağlı dedim.
- Bir yazar kelimeleri ile bir dansöz kalçaları ile oynar. Sen nesin peki kimsin sen ki duygularımla oynuyorsun.
- Nasıl duygularınla oynuyorum.Yaşamam sana bağlı diyorum. Sen illa daha afilli cümleler bekliyorsun benden.
- Asıl sen afilli cümleler kurup bir imaj yaratma çabasındasın.
- İnsanların nasıl olduklarına da siz karar veriyosunuz demi bayan. Benim şu an olduğum gibi bir adam olma şansım yok, kesin başkayım ama böyle davranıyorum.
- Nasıl
- Yok bir şey. Evet seni seviyorum sorunun cevabını illa soru sorarken kullandığın kelimelerle cevaplamam gerekiyor madem. Seni seviyorum.
- Her şeyi neden bu kadar karmaşık yapıyorsun.
- Karışık bir durum yok seni seviyorum ve benim olmazsan kafanı keserim yeterince açık mı?
- Saçmalama. Ne dediğini farkındamısın
- Evet farkındayım. Seni seviyorum ve bu seni bile öldürebilecek gücü bana veriyor.
  Anlayacağın sen Dünya Savaşlar tarihindeki düşmana verilen ilk hasar, ilk savaş yarasısın.
- Ne yarası, ne diyosun.
- Madem yara diye bir şey söz konusu değil savaş kırmızısı dudaklarını nasıl açıklayacaksın.
- Ben neden açıklayayım yazar sensin.
- Ama bir Tanrı değilim,neyi neden ne kadar yapması gerektiğini bilen odur.
- Çok dini bütünüz yani.
- Dini bütün değilim dini büsbütün saçma görenlerdenim. Yine de senin 4 kitap dışında bir izahın olamaz diyorum.
- Kelimeleri eğip bükünce James Dean oluverdiğini sanıyosun demi. Sen kelimelerle oynayan bir yazar bozmasısın.
  Sahi kitaplarını o şeylere kitap diyodun dimi benden başka kimseye okutabildinmi.
- Kelimeler ile oynadığımı söylüyorsun ama müsvette de olsa bir yazar, Murat Menteş'in dediği gibi " nimetle oyun oynanmayacağını bilir.
  Şu kitapları okutabildim mi konusuna gelince, ben onları sana yazmıştım sana okuttum.
  Bir gün insanlara bir şeyler söylediğim kitap yazarsam da sana okutmam, onlara okuturum.
- Neyse daha çok çirkinleşmeyelim. Olmuyor yapamıyoruz işte ayrılmamız lazım. Daha kötüye daha pise daha çirkine gitmeden heşey.
- Sen varsan konunun içinde çirkinleşmesi imkansız. Hiç çirkinleşmediği içinde bitmesine gerek yok bence sevgilim.
- Ne diyosunbok kafalı. Sikik sikik deli gibi konuşma o kadar laf ettim hala sevgilim falan .Nasıl sevgi lan bu.
- Senin dediğin gibi işte... Birisini sevmek insanın kendisi ile alakalıdır ve beni yaşama sen bağlıyorsun.

Bir daha hiç sevişmediler.
Birbirleri ile...

7 Ağustos 2012 Salı

Ateş beni çağırıyooor



                Sevgilim,
                Sevgilim diyorum ama inan bu kelime seni korkutsun istemem. Sen kibrit kutusu gibi ağzın ve gazoz kapağı gibi kocaman gözlerinle o kadar güzelsin ki sevgilim olmasanda sevgilim demeliyim sana. Mesela biz sevgilim, özgür olmak için istasyonda duran son trene binmesi gereken biz… Bekliyoruz istasyonlarda ama trenelere binecek cesaretimiz yok. Yolculuklardan korkan ve geride bıraktıklarına üzülen birisi nasıl iyi bir seyyah olabilirki. Özgür bir insan ve iyi bir aşık olmanın temel kuralı seyyah olmaktır halbuki. Yolculuk illa ki bir yerden bir yere değil bazende birisinden başka birisine gitmektir. Geride bıraktıklarına üzülen iyi bir seyyah olamaz sonuçta kan görünce bayılan birisinin seri katil olamayacağı gibi, olayın doğasına tamamen aykırı. Nasıl ki Allah insana hem irade verip hemde yasaklar koyuyorsa, Aynı Allah’ın hem seni yaratıp hemde bu öpülmez demesi kendi içinde nasıl da saçma ve çelişkilerle dolu, sadece biraz düşün.  Geride bıraktıklarına üzülmeyi bırak bir an önce. Gel binelim şu trene. Unutmuşuz aşık olmayı diye hayıflanma, işte asıl o zaman ölürüz. Dökülen yerlerden çıkmayan saçlar, yanan yerde çiçek bitmemesi gibi… Ne zamandır olmayan şeyleri beraber büyütme çabamız aslında ne kadar da kutsal bir şey, farkındamısın. Küçümseme sakın kendini emin ol sen herkesten güzelsin ve biz Leyla ile Mecnun’dan daha büyüğüz. Komik geliyo sana biliyorum. Leyla ile Mecnun’mu aşk mı deyip gülüyorsundur hatta. Ama ben bizi büyütmüyorum sadece siz aşkı büyütüyosunuz. Filmlerle, masallarla kitaplarla kandırdılar bizi çünkü. Oysa aşk ve cinsellik kadar olağan ama kutsal hiçbir şey olamaz dünyada. Allah dahil!
                
                    Sevgilim; benim bir sırrım var, artık bizim olsun istiyorum. Çok uzun zamandır içimde tek başıma tuttuğum bir sır bu;  gel paylaşalım.  Ece Ayhan aşk örgütlenmektir demiş ne şahane. Aşk biraz da özgürleşmektir ama. Ne yazık ki biz, dünya, sen ve ben tam tersi diye öğrenmişiz. Biz kendimizi özgür hissettiğimiz insanın tutsağı olmayı aşk bilmişiz. Oysa dünya daha güzel bundan, daha mucizevi. Özgürleşme çabası kadar kutsal ne olabilir ki şu sonsuz yuvarlakta. İnsan düşünen bir hayvandır masalını bir kenara koyalım artık. İnsan özgür olma ideasını yaşadıkça içinde özgürleşmez eyleme geçtiği zaman özgürleşir. Özgürlük,istediğini yapabilme hissi, uçmak gibi… İçindeki huzur terazisinin bir tarafına özgürlüğü koyduktan sonra diğer tarafa ne koyarsan koy bu taraf hep ağır basacaktır. Ve sonra aşk. Ben sana aşığım sevgilim, gerçekten. Aşk bundan biraz daha fazlası olamaz, inanmam buna. Alışkanlık sevmek falan değil kastım aşk. Hani hafif kemik çıkmış ayakları kalbine bastırma isteği. Hafifiçe içe bakan dizkapaklarına pudra şekeri dökmek… Gülünce dudağının kenarındaki boşluktan ateşe başlayan silahlar, ağzını açınca masaya dökülen her kelime ve dişlerin… Her gün yeniden aşık olabilmek ne güzel bir düşünsene.
                
                Sevgilim,
                Halet-i ruhiyem bu günlerde bir gün fırtınaya tutulmuş tekne gibi alabora, bir gün süt liman. İçimdeki vicdan azabının boyutunu anlatabileceğim en şiddetli kelime, cehennemi kibrit ateşi ile tasviretmek gibi yetersiz kalıyor. Senin de öyle biliyorum. Ama şunu da biliyorum ki verilen kararların sonunda çekilen acı verilmeyen kararların yaşattığı pişmanlık kadar yer etmez zihinlerde. Ege’nin dağları denize dik uzanır senin saçların gökyüzüne paralel… İklim kelimesinin sözlük anlamı ne bilmiyorum ama tenindeki ılıklık her türlü bitki örtüsü için bulunmaz nimet. Sevgilim, hep dediğim gibi ben tüm kötü şeylere karşı senin kasıklarında mevzi alırım.

                Sevgilim, sana bir kent vaat ediyorum. Daha fazlasını vermeyi bende çok isterdim ama ne yaparsın şartlar ve hayat. Sana bir kent vereceğim, kasıklarını rahatça açabileceğin bir kent. Bulutlardan kültablaları yaparım sana, güllerden yastıklar yaparım. Musluklardan ananas suları akan bir kent, özgür olacağın bir yer. Kapısız penceresiz bir kent. Kuşların havada uçarken birbirine çarptığı bir kent. Herşeyin baştan sonra tam ters olduğu bir kent. Sonuçta bir kenti kent yapan içindekiler değilmidir. Eminim sen her kara parçası için bayrak kadar kutsalsındır. Tek başına öyle kalabalıksın ki anlatamam. Denize uzatırsın ayaklarını, kayalıklara oturmuşsundur. Her yer ay, her yer yıldız… Gökyüzünden düşen her ay ışığı ilk önce tenine düşer, denizden önce tenine… Sana bir kent vereceğim ucuna bir sır sıkıştırdığım. Aragon’un dediği bir sır;

“Sana bir sır vereyim zaman sensin…”
                

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Kurşun saplanmadan canına kaç oksijen molekülü öldürüyor, hiç düşündün mü?


Bazı kadınların boyunları vardır,
Gizli gizli öpülür boyunları
Gelişleri vardır onların, saçlarını savuruşları
Bir martı sesi gibi gelirler,
Bazı kadınlar vardır tarçın çubuğu gibi parmakları
Ayakları vardır arada ayaklarına dokunulur
Memeleri vardır nasıl merak edersin
Çifte kavrulmuş pötibör gibi gevrek memeler,
Koltuk altlarından taşıp dökülür masalara
Dudakları vardır kadınların tellerle çevrili
Dudaklarının bahsi geçer masallarda
Beyaz bir çizgi böler bacaklarının ortasını
Bacaklarına sarılıp uyunur,
Bacakları ki bir kötürümü bile yürütür
Bir sarılma ile teslim olmam sana,saçmalıyorusun
Çünkü bazı kurşunlar öldürmez; sadece süründürür.


Bazı kadınların ağzının içi ne güzeldir,
Burnunun kenarı belinin gamzesi
Bazı kadınları dizkapakları mesela, hacı bekir lokumu
Dişleri sonra koca koca dişleri
Yenilir dişleri, ağzı yenir öyle güzeller
Kafaları güzel olur sonra kadınların
Hareketleri yavaşlar, gözleri jilet gibi olur
Bir çizgi gözleri sanki
Ağızları kulaklarına kadar yırtlılr, öyle bir coşku
varlıklarına bir alışırsın yeri kolay dolmaz
Bazı kadınlar vardır güzel kadınlar
Bazı kadınların sağı-solu belli olmaz

Bir masaya oturuldu,
Rakı söylendi gerisi kafi
Artık şehirler dünyaya sığmıyordu ne de olsa, her yanımız gökdelen
Sakalı olmayan herkes kafir.
Tanrının her akşam ışığı kapatma nedeni belki de
İnsalar günde 12 saat güzeldir
Bir kadeh daha istermisiniz diye sormayın bana
O sadece benle rakı arasında,bize özeldir.
Peki sen kadın sen konuş biraz da
O peynir tabağı gibi beyaz dişlerin ile, ağzınla konuş.
Rakıdan daha lıkır lıkır sesinle söyle bir şeyler
Allah de inanayım,Cumhuriyet de gururlanayım,
Ekmek deme yeter ki.Dayanamam
Omuzunla daireler çizerek konuş ama, memelerini sallayarak
İsterik isterik gül gözlerin gözlerimin en dibinde
Sar bir sigara bacaklarında içelim,
Konuş senin hiç mi suçun yok,
Masalara taşan memelerinin, dudaklarının
Saçlarının omuzları dökülenlerini kastediyorum
Sonra sesin.Hiç mi suçu yok bunların.

Tanrı ile ne var aranızda bari onu de.
Neden sana geçilen bu imtiyaz
Rakı azaldıkça daha beyaz şeylere ihtiyaç duyuyo insan
Allah'ım bu nasıl bir imtihan.
"Seninle gözgöze gelmek sevgilim
Her şair için en etkili intihar"

2 Ağustos 2012 Perşembe

Etekli kızlar doluşmuş dershane kantinine...


Gel yeni bir amaç şekillendirelim seninle. Kendimize!
Yeni bir gerçek bulalım henüz hiç bir kitapta bahsi geçmeyen
Gizli gizli gül gözlerime sen benim
Sen gül geç ben kalayım orda.
Eteklerini savura savra gel sonra,
Fırfır gel, köşeden köşeden kimse görmesin
Kadıköydeki kafelerde dayanamayıp ayaklarına dokunayım
Ayakların ki olmaları bile güzelleştirir Kadıköy'ü
Sen sonra baka kal bir şeylere
Mutlu olman için çok bir şeye ihtiyaç duymaman büyülesin beni
Mesela mutluluktan yırtılsın ağzın.
Kaybol Dalivari film afişlerinde...
(Dalivari kelimesine bir göz sakladım, sana kırpılan)


Kadıköy'de ki tüm sokaklar denize dökülür. Ben sana evrilirim
Bir şiir yarım kalır, her film güzel
bir fotoğraf siyah beyaz
Bina olsam böyle kocaman, deprem falan bekleyemem.
Olduğum yerden sana devrilirim.

Allah ile çok iyi değildir aram,
Mesela cebimde hiç yok param.
Hatta Allah ile çok kötü aram.
Ben ayağa kalkmaya çalıştıkça eksik olmaz yaram.

Gel bir yanlışı paylaşalım ikimiz.
Bir yanlış paylaşılıyorsa eğer yanlış olduğu da şüphelidir
Hem senin etrafı kalemle çevrilmiş gibi nizami dudakların var
Önemli bir şey söyleyecekmiş gibi büzülen dudakların...
Bu ayrıntı aklayabilir tüm hataları
Sonra memelerin var göz alabilmek ne mümkün.
Omuzların sonra,
Saçların dökülür omuzlarına.Omuzların hep varlar.
Sevişmek için daha önemli nasıl bir bahanem olabilir ki
İnsanız mesela
Ve sen çok güzelsin.

Ben yeter dedikçe hayatın tekrarlaması kendini
Oldum dedikçe ben
Defalarca daha olacaksın demesi..
Benim noktasını çok önce koyduğum cümleyi senin devralman
Sonra tekrar gözlerin
Her çağın şairini kıskandıran bir güzel. Sensin o
Sheaskpere tanımadığına pişman seni
Cemal Süreyya'nın da yazdıkları şiir mi
"Kimse boynunu benim kadar iyi değerlendiremez"
Ve dünyadaki tüm kediler birleşip adını miyavlıyor
"Keşke yalnız bunun için sevseydim seni..."

İkimiz berbarken ne kadar kalablığız aslında
Başka kimseye ihtiyaç duymadan kalabalıklaşabilmek.
Ne şanslıyız aslında!
Ah nasıl sana doğru meyili bu kalp
Ya bu eller, sigara tutan ince uzun parmaklar
Ya bu gülüş kırılan bir vazo gibi tiz
Ya o dudaklar
Benim çayda fazla kalmış pötibör gibi dağılışım
Ve ağzım kutsal gibi hep aynı kelimeleri tekrarlar

Tenin öyle güzel ki her çirkinliği örter
Beni öp mesela gör bak nasıl güzelleşirim
Kasıklarından dünyaya açılan bir kapı var senin. Eminim
Karınca yuvaları gibi sıkışık saçlarının dökülüşü göğsüme
Bir silahın bana dönüşü
Senin gökyüzünden bir meteor gibi yanıbaşıma düşüşün
Bir dünya dolusu insandan daha güzel gülüşün
Herşey Darwin'i reddediyor.
Sen ispatısın Allah vardır!

Sen de haklısın bir yatağa sığamayız biz
Sen ile ben sığsak memelerin sığmaz
Memelerin sığsa bile kalçaların asla
Herşeyimiz sığsa dahi umutlarımza dar
Çünkü biliyorum aslında seninde içinde benim gibi
Dünyayı kaosa sürükleyecek şeytani planların var.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Anne,koli,depresyon ve zeytinyağı


               Dün gece saat 03:00 sularında canım çok acıyordu. Sürekli hayaller kuran her insanın paylaştığı makus kader gelip beni de bulmuştu. 25 yaşındaydım ve hayal ettiğim şeyleri o kadar çok hayal etmiştim ki bu güne kadar olmamaları beni mutsuz eder duruma gelmişti. Çünkü artık hayallerimin hepsini sonuna kadar hakettiğimi düşünüyor ve olmamalarına çıldırıyordum.
                Neden sanki her tatilimi İbiza’da ya da bilemedin Barbados adalarında geçirmiyordum.
                Pahalı saatler takıp sürekli bronz tenim, beyaz dişlerim ve adonis kaslarımla ortalıkta cirit atamıyordum. Oysa ki çok zor değildi bunların hiç biri sadece biraz para gerekiyordu. Sonrası kolaydı, araba, Playstation 3 ve daha bir sürü şey. Çok fazla param olmadığı için hayallerimin skalası çok genişti. Playstation 3 ile son model bir üstü açık arabaya olan açlığım aynıydı. Yeniçağ hastalığıydı bu. Yeni dünya düzenindeher şeyden bir parmak ağzımıza çalıyorlar gerisini de tvlerden izlettirip gazetelerden okutturuyorlardı. Çok zengin olmayanlar, yaşarken çok zengin olanların hayatlarının fragmanını izliyor gibilerdi. Öyeydik. Jetimiz yoktu belki ama uçaklar ile seyahat etmeye çok aşinaydık. Yurtdışında yaşamıyorduk ama ınterrail erasmus work and travel derken kapı komşusu etmiştik Avrupa’yı.  Hiçbir zaman İbiza görmemiştik belki ama en azından bir iki kere Belek ya da Bodrum ‘da kalbur üstü tatiller yapmıştık. Sevgililerimiz bir Rihanna bir Ryan Gossling değildi belki ama arabası ve iki adonis kası olan erkek görmüşlüğümüz ve solaryumlu kıvrak popoları öpmüşlüğmüz vardı . Anlayacağınız modern yaşam bize hep “aslında ulan bende öle yaşayabilirim”i hissettirip motivasyonumuzu kaybetmemizi sağlamamız için bir parmak bal çalıyordu ağızlarımıza. Bu sebeple arada normal fyatının beşte birine tatiller alışverişler yapabiliyorduk. Şehir fırsatı yok mango alışveriş günleri yok bilmem ne shopping fest derken birer doz zehiri bırakıyorlardı kanlarımıza kapitalist güçler. Amerika’nın oyunuydu bunların hepsi. Go Home Yankee!!! Yoksa üç kuruşa zengin yabancı şirketlerin paralarına para katmak için çalıaşcak kalifiye gençleri nasıl bulacaklardı. Bu sistem normal gelirli iyi eğitimli gençleri kandırmak için göster ama elletme taktiğini kullanıyorlardıı. Umut, kapitalist sistemin çarklarının dönmesi için işçi sınıfına verdiği bir zehirdi. Umut ettikçe çabalıyor biz çabaladıkça onların zenginliğine zengin katıyorduk. Ama bunlar umrumda değildi ben olmayan hayallerime üzülüyordum. Ben araba şahane tatiller güzel bir ev ve Playstation 3 istiyordum.
                Dün gece saat 03:30 sularında ısrarla, sigara ve demli çay eşliğinde çıldırıyordum.
                Odama sığmıyordum. Oysa göstermelik bir Ikea odasından farksızdı odam. Geniş olmasından çok; acaip planlı ve modern mobilyalar sayesinde hem çok fazla şey sığdırabildiğim hem de kendmime özgür alanlar yaratabildiğim bir odaydı burası… Bu odaya sığmıyordum ben. Çünkü çıldıran her insan bilir ki çıldırmak birkaç evreden oluşmaktadır ve ilk etapta olduğunuz yere sığamazsınız. Odayı geç eve, hadi evi boşver koca memlekete sığmıyordum. Gökyüzü ,tavanı basık bir çatı katı gibi üstüme üstüme geliyordu. Duvarlar bakire bir kızın bacak arası gibi inatla sığamayacağım kadar daralıyorlardı. Ben dün gece 03:45 sularında delirmeden bir on dakika kadar öncesini yaşıyordum.
                Gel gör ki bu sabah 09:55 zil sesine uyandım. İsterik bir porno yıldızı gibi her basıldığında şatafatlı ve gerçek olmayan çığlıklar atıyordu zilim. Susar dedim susmadı mecbur kalktım yatağımdan. Otomatiğe bastm banamısın demedi. Kapı  otomatiği orospu bir karı gibiydi ne kadar basar basayım banamısın demiyordu. Ev ev değil kadınlar hamamına dönmüştü. Çıldırma seansıma 10:00 suları gibi dün gece kaldığım yerden devam ediyordum. Kapıyı açtım ve nasıl olsa birinci kat diye düşünüp terlik bile giymeden  apartman kapısına kadar ikişer merdiven atlayarak indim. Sadece en son sekiz basamağı birazda merdivenlerin kenarında ki korkulukların yardımı ile bir üç adımcı atlet edası ile derin bir nefes alıp atlayarak kapıya ulaştım. Kapının diğer yanındaki kargo elemanına kapıyı açtığımda Altın madalya kazanmış bir atlet edası ile buyrun dedim.
                Kargo elemanın getirdiği koliyi sırtlayıp bir hışımla yukarı çıkardım. İnerken uça uça atladığım basamakları çıkmak bir zul haline gelmişti.  Annem’in doldurduğu koli her attığım adımda bir kilo daha ağırlaşıyordu sanki. Omuzumda yük yokken çerez gelen merdivenler şimdi nasıl da eziyetliydi. Annem yine bana hayati bir ders vermişti. Asıl hayat sorumluklarımı omuzladığımda zorlaşacaktı. İnerken hemen çıkarım nasıl olsa diye kapatmadığım kapıyı girince arkadan topuğumla tepikledim. Girişe serdiğim annemin gönderdiği kilimin üzerinde annemin gönderdiği koliyi yine annemin geçen geldiğinde aldığı bıçak ile açmaya çalışıyodum. Annem peşimi bir türlü bırakmıyordu ve ben annem olmasa kendime şu hayatta bir meşgale bulamayacak kadar yalnızdım. Kolinin içinden çıkan ilk şey Tat Salça kavanozunun içine konmuş ev yapımı salçaydı. Binlerce kişinin çalıştığı devasa aletlerin bulunduğu Tat Holding’in para için yapıp sattığı salçalar sürekli alınmalıydı, ancak bu şekilde sistem devam ederdi.  Ama annem bir kere almış ve bundan sonra sürekli içini kendi yaptığı salça ile doldurur olmuştu. Babam zaten kiloluk dondurma kaplarının tamamını alet çantası olarak kullanıyordu. Tornavida olsun çivi olsun… Ben de iki buçuk litrelik şaşalların diplerini maket bıçağı ile kesiyordum. Ailecek modern hayata bambaşka açıdan bakıyor kapitalist dünyayı yeniden yorumluyorduk.
                Kolinin içinden içli köftleleri ev yapımı zeytinyağları sucukları dolaba yerleştirdim. Salona geçip bir sigara yaktım. Annem sanki beni görmüş gibi sigaramı yakar yakmaz aradı. Telefonum uzaklardan çalıyordu ama emindim Annem’di. Bu günlerde Kamu Haber ve annem dışında kimse beni merak etmiyordu. Gidip telefonu açtım. Annem koliyi alıp almadığımı zeytinyağının ev yapımı olduğunu belirtti. Salçanın acı olabileceğini, sucuğun ise şahane olduğunu söledi. Tulum peyniri ise Tunceliler’den aldığını hakiki deri basması olduğu husunda şüphesinin bulunmadığnı da ekledi.
                Dün gece 03:00 sularında başlayan her modern zaman genci gibi hakkını vererek yaşadığım hayaller ile gerçekler arasında sıkışmış ruh halim annemin gönderdiği erzaklar ile pamuk gibi olmuştu. Tek derdim bozulmadan hepsini yemek ve sadece sigara alarak birkaç hafta hiç para harcamadan geçinmekti. Anlamıştım annem benim yıkıcı ve yaratıcı kaosumun en büyük düşmanıydı.   

10 Haziran 2012 Pazar

Burada kötü biri varsa benim o !


"Kul kurar kader güler" derdin anne sen olsan yanımda.
Sana bir sır vereyim mi; kader bana son zamanlarda hiç gülmüyor.

Oğlun bok gibi bir adam olup çıkıverdi.
Yapmam dediği ne varsa yapar oldu, pislik nalet bir adam yarattı İstanbul.
Anne en büyük korkum ne biliyormusun, görsen halimi üzülürsün belki ama daha kötüsü korkum şu ki utanırsın.
Anne inan bana özümde hala iyiyim lütfen utanma benden.
Bilirsin sen, en iyi sen bilirsin hatta...
Nasıl büyüktür dünyam, okumayı gezmeyi insanları nasıl severim ben.Koca Mersin'e sığmazdım sana göre...
Anne Allah seni inandırsın Kuyubaşında bir evin bir odasında ki bir kanepe artık fazla geliyor bana.
Küçücük kaldım ufaldım enerjim bitti, ufkum perde arasından görebildiğim kadar.
Ne zamandır üzerimde iğrenç, balçık kıvamında bir ruh hali var.
Eskiler ölü toprağı diye eminim ki bu halet-i ruhiyeden dem vurmuşlardır.
Gel gör- ki üzerimde ki bu ölü toprağın atamıyorum anne.
7 yıl geçmiş; güneyin en dibinde dört bir yanı palmiye ağaçları ile çevrili kenti bırakıp, bu bana ait olmayan boktan memlekete gelişimin üzerinden.
Öyle lafın gelişi falanda değil, tas tamam kendisi dediğim. Burası bok gibi.
İnsanlar bok gibi, hava bok gibi tantunisi bok gibi, künefesi keza öyle...
Sen yoksun babam yok kardeşim yok...
Mahallem yok dostlarım yok...
Kasetlerim posterlerim kitaplarım yok...
Çıkıp binbir hayalle buraya gelip iki bar üç konser görüp hayatları değişen insanlardan olamadım ben.Beceremedim.
Bu sebeple havalı tatiller yerine her yaz koa koşa Mersin'e attım kendimi.
Anne bir kenti güzelleştiren denzi sahili ağaçlarıdır.
Ama bir kente aşık olman için ilk önce insanlarını sevmen lazım.
Anne ben buralı değilim. Buralılar gibi yapamıyorum bu sebeple de.
Biraz çok konuşsam herkes kafasını çeviriyor.
Herkesin zamanı kıymetli çünkü, haklılarda.
Ama ben bir başıma yıllarca hayaller kurarken tek yaptığım şey konuşmaktı.
Öyle havalı cafelerimiz varsa da Mersinde Lise de iken çok barlara gidilmezdi.Konser desen yılda bir.
Kahvelerde cafeler de otururlur çay içilir kağıt oynanır muhabbet edilirdi.
Muhabbet kesin edilirdi.
Modern zamanlarda kimse kimseyi dinlemekten zorunda değil biliyorum, ama işte biz Mersin'de konuşanı susana kadar dinlemeyi öğrenmişiz.


Anne gerçekten o kadar kötü ki herşey...
İçime attıkça ben içim bok gibi bir yer oldu.
Derdimi anlatamıyorum, sinirleniyorum batıyorum daha çok...
Bazı insanlar bazı şeyleri beceremez.
Aşk yaşayamaz kimisi kimisi dost olamaz kimisi bilmem ne
Çoğu şeyi başaramıyorum ben.
Kimse ile ilgili bir sorunum da yok aslında. İyi dostlarım var Sevgilim çok güzel ve akıllı.
Beni de seviyor anne.
Gözümün içine bakıyor. Naif de hem böyle dingin yormuyor beni...
Bende onu seviyorum.
Anne ben dostlarımı da seviyordum.
Kise kalmıyor etrafımda, etrafımda ki kimseye tahammülüm yok artık çünkü.
İnsanın akıl sağlığından şüphe etmesine sebep veriyor insanlar.
Olanı olduğundan farklı gösteriyorlar.
Anne bunlar gerçek konuşmuyorlar.
Terazileri şaşmış hakkaniyetiunutmuşlar.
Anne herkes kendini düşünüyor. Amenna.
Anne madem öyle sen niye hep beni düşünüyosun.

Anne sana iyi haberleri mde var ama.
Bezdirdiler oğlunu az kaldı dönücem evime.
İş bulurum kendime gider gelirim her gün. En fazla yarım saat süreryolum günde
Yemek de yaparsın sen hem.
Ben senin elinin ayarına alışmışım bir tek senin sofranda tam doyarım.
Biraz para yaparım kendime bir araba alırım 2 yıla.
Sonra kiraya çıkarım.
Anne inan bana hayatım Mezitli'ye sığacak kadar küçüldü.
Yaşarım denize yakın bir evde.
Bahçesinde palmiye ağacı olsun.
Çünkü ben erkek olamyacam. Adam olamıyacam. Karı gibi herşeye üzüleceğime takılırım kafama göre.
Anne ben istemediğim şeyler yapıyorum yaptırıyorlar daha doğrusu.

Anne okuyosan falan sakın yavrum ne oldu diye arama beni.
Ararsan da amann anne öyle yazı o ya yok bişeyim saçmalama süperim derim.
Bir üzmediği sen kal şu hayatta.
Öperim sen.
Sen de beni öper misin?

31 Mayıs 2012 Perşembe

Kürtaj benim ilgi alanım olduğu için ben de bir kaç şey söylemeliyim


                Bir kürtaj muhabbetidir aldı başını gidiyor.
                Sayın başbakanımız ve muhafazakar eşrafı şöyle buyurmuşlar ki “ Kürtaj cinayettir.” Kızmadan küfretmeden önce her şeye bir kulak kabartmak gerektiğini söyler Mevlana. Öyle yapalım dedik biz de, bir kaç gündür öylece kuzu kuzu dinliyorum,okuyorum takip ediyorum. Bir şeye karşı çıkmalarından ve değiştirmelerinden çok ne amaçla böyle bir şey yaptıklarını anlamaya çalışıyorum. Hiç bir zaman düşünce safım sağ ideolojiye kaymamıştır. Dinler, muhafazakarlık ve yahut daha da daraltarak ve hatta sığlaştırarak sağcılık... Adı ne olursa olsun her daim düşünce olarak karşılarında mevzilenmişimdir. Ailevi bir refleks de olabilir sebebi, beyin korteksimin bana bir hediyeside olabilir, inanın bilmiyorum. Kendimi bildim bileli ki henüz ne olduğunu bilmediğim zamanlarda bile sorana solcuyum derdim. Üniversite yıllarında ise fikirlerim daha oturmaya zihnim berraklaşmaya başladı. Gözü kara bir taraf olmanın da aslında insanı cahilliğe hapsettiğine inandım. Her fikri okumaya özen gösterdim elimden geldiği kadar. Hatta zaman zaman Mersin’e ailemin yanına gittiğimde siyasi tartışmalar sırasında söylediklerim sebebi ile babamın bana korku dolu gözlerle bakarak” Hanım bu çocuk AKP’li mi oldu yoksa İstanbul’da” dediğini duydum. İyiye iyi kötüye kötü demek o kadar zor ki günümüzde. AKP iyi bir şey yaptı demek AKP’li olmakla eş değer tutulur oldu çünkü.
                Benim iyi- kötü, doğru- yanlış kıstasım vicdanımdır. Bazı şeyler o kadar vicdanımı rahatsız etmeye canımı sıkmaya başladı ki, artık objektiflik zul hale geldi. 30 yaşında gencecik çocuklar biber gazı kullanılarak devlet eli ile öldürülmeye başlandı. Devlet polisi ve polisin kulandığı biber gazı gibi enstürmanları bir korku imparatorluğu yaratma da araç olarak kullanılmaya başladı. Göz göre göre gündüz gözü ile öldürülen insanların duaları okunmadan kaçakçılıkları kürtlükleri tartışılır oldu. Ayrımcılık ve taraf olguları o kadar sivriltilmeye başlandı ki başbakanın dediği gibi taraf olmayan bertaraf olmaya zorlanır hale geldi. Televizyon programlarında yeni yürürlüğe konan her yasa için Kuran’ı referans gösteren yetkililer cirit atmaya başladı. Kendilerinden farklı olan tüm kesimleri ( Kadınlar, Ermeniler, Kürtler, Aleviler...) özgürleştirme politakaları adı altında sindirmeye ve itibarsızlaştırmaya başladılar.
                Kürtaj haricinde yüzlerce konuşulması irdelenmesi konu var aslında baktığımızda. Son 50 yılın belki de en despot iktidarı ile karşı karşıyayız. Vandalizm bokuna boğazına kadar batmış bir iktidar en kötüsü de tüm bunları ileri demokrasi ve özgürleşme kavramları altında bize yutturmaya çalışıyor.Benim bu konuda ki şahsi kanaatim son aylarda özellikle artan radikal tavırlarının sebebini “ Milli Görüş” çülerin halktan intikam alma hırsına bağlıyorum. Her güçlendiklerinde faşist askeri düzenler yahut statükocu ve militarist Kemalist zihinler tarafından bertaraf edilmelerinin acısını çıkarıyorlar. Ülke’den halktan intikam alıyorlar resmen. Ve işlerin buraya gelmesin de ne yazık ki kriz yönetimini beceremeyip ateşi harlayan zamanın iktidarlarının ve organlarınında çok büyük payı vardır. Türban yasağı gibi çağ dışı fikirleri modernlik diye dayatan, dillerini konuşanlara izin vermeyen namaz kılana gerici damgasını vuran zihni bulanık bu boş kafalar yüzünden bu gün iktidara sahip intikam ve kin duygusu ile hareket eden bir güç yarattık. Yani bu gün ağlayanların hepsi bugün olanların asıl sorumlularıdır.
                Gelelim sıcak olan kürtaj sorununa... Akıl almaz derecede saçma ve faşizan bu kararı destekleyen herkesin vicdanından da beyninden de şüphe ederim arkadaş ben. Yukarıda söylediklerimin tam tersi olarak saldırgan ve kabul etmeyen bu tutumumun sebebini de yine yukarıda bir yerlerde belirtmiştim. Vicdanım o kadar hasar aldı ki mantık ve nezaket zul hale geldi. İlk olarak kürtajı cinayet gören, bir canlının hayatının sonlanmasına kimsenin karar veremeyeceğini savunan insanlara demogaji yapmadan düşünmelerini öneriyorum ben. Çünkü görüyorum ki düşünmüyolar. Ne demek cinayet , neresi cinayet bunun. İnsan hakları beyannemesinde ve uluslar arası sözleşmelerde bile insan tanımı insanın doğumu ile başlamıyor mu? Hangi hukuktan bahsedyorsunuz siz. Henüz bir kaç yüz bin hücreden ibaret olan ve herhangi hiç bir insani vasıf kazanmamış canlı bir organizmayı sadece zorunlu sebeplerden dolayı aldırmak hangi mantıkta cinayettir. En basitinden hangi kadın canının bir parçasını daha öpmeden toprağa gömmek hatta çöpe atmak ister. Kanlı canlı vatandaşlarınızı ellerinizle öldürürken hiç bir hakkına sahip çıkamazken size mi düştü bir ceninin haklarını savunmak. Neyinize lan sizin.               
                Sen önce Uludere de ki cinayeti akla, Çayan’ın anasının babasının gözyaşını dindir...
                İnsan hakları beyannamelerinde insan bedeni üzerinde insanın tasarrufu esas kılınmışken, kadının kendi rahmi ile ilgili tasarrufuna sen hangi mantıkla kısıtlama getrebilirsin. Kürtaj sanki bir doğum kontrol yöntemiymiş gibi konuşuyorlar, öyle göstermeye çalışıyorlar. Yeterince sevişmedikleri için olayı anlamıyorlar ama biz sevişen insanlar olarak toplanıp anlatalım istiyorum.
                “Arada olur be hacı, ne kadar korunsan da patlarsın bir yerde...”
                Tecavüz sebebi ile olan gebeliklere hiç girmiyorum bile. Devlet bakarmış. Dönde açık götüne bak önce sen. Nereye bakıyon ya allah için. Çocuk esirgeme kurumlarında hapishanelerde çocuklarına tecavüz edilirken senin tutup da devlet bakar demek nasıl da populist ucuz aşşağılık bir yalandır.
                Ulan sen bir çocuğun insanca yaşaması için ne ölçüde bütçeler gerektiğini bilmiyorsun herhalde. Hayatın olağan akışı içinde  istenmeden kalınan gebeliklerden daha doğal ne olabilirki. Kadın ve erkek çift olarak ortaklaşa böyle bir karar aldıktan sonra sana ne bok yemek düşer.
                Aslında olayın daha vahim bir durumu var, o da kürtaj yasağı ile birlikte meydana gelecek olan vahim sonuçlardır. Merdiven altlarında sağlıksız koşullarda yapılan kürtajlar artacak. Ve daha kötüsü bu kürtajlar yasal olmadığı için daha pahalı olacaklar. Hem bir sürü para verip hem sağlıksız olacak bu işlem sebebi ile ölümler artacak, hastalıkalr çoğalacak. Daha vahimi buna maddi gücü elvermeyen fakat doğum yapmak istemeyen gencecik kızlar kendi imkanları ile ilkel yollar ile düşükler yapmaya çalışacaklar. Kaç cana mal olacak bir düşünsenize. Sen kürtajı yasakladın diye insanlar sevişmeyi mi bırakacak sanıyorsun. Sen bu kararla resmen sağlıksız ve fahiş fiyatlı kürtajların ve düşüklerin önünü açmış oluyorsun.
                Sana bir şey diyim mi Devlet, daha çok dikkate alman için şöyle diyim hatta;
                “ Allah için her boka burnunu sokma...”

13 Mayıs 2012 Pazar

Bir fırtta de döner başım/Bir öpsen seni yaza döner kışımadlı eser


Dünyayı hangi renge boyamak istersin!
Ben siyah çünkü insanları sevmiyorum
Ama bazen kırmızı tutku şehvet hırs; Beşiktaş Ulan!
Bazen Pembe, sadece kardeşimi düşündüğümden
Bazen Yeşil, yeşil çözer beni her istediğimde
Bazen beyaz, çoğu zaman beyaz hatta
Beyaz Sensin çünkü.

Bir bulmaca gibi yaşamak,
Sen bir ucundan
ben bir ucundan dolduruyoruz
Resimdeki sanatçı Suavi
Mısırda bir nehir bilmiyorum
Eski dilde su ne demek der gibi bakıyorsun bana
Beceremiyoruz, kalkıyorsun. Dolaptan iki bira çıkarıp
İlkini dişinle açıyorsun
Sonra balkondan aşağı tükürüp kapağı
Ertesinde balkondan sarkıp izliyorsun
Bir ayağın havada neredeyse
Tehlikeli ne varsa yapıyorsun.


Kafamı dağtma gülümseyip
Bahar vakti zaten ruh halim,
Toprak kokusu ince bir esinti ve tabak gibi güneş
Bozma dengemi,
Gülme kafelerde ağız dolusu bana
Banklarda, hayatın olduğu her yerde.Vapur.Da.
Sokaklarda gülme
Deniz kenarına atılmış bir beyaz tahta masa.Gülme!
Üstü rakı balık roka,
Ben çok yakışıklıyım, ciddiyim gülme.
Bir ucunda sen diğerinde ben
Dalga sesleri duvarın süsü
Ve gülünce sen
Ağzının içinde mühim bir olay için sakladığın belli olan
İnciler masaya dökülüyor.
Dikkatim dağılıyor.Gülme!
İki dal sigaramız var lakin yalnız bir kibritimiz
Dikkatli olmalıyız.

Bu gün bu sokak benim,
Bu apartman bu ev hatta her şey benim.
Cebimde iki tütün kağıdı,
Koltuk altımda ince ama ağır 1848 yapımı bir kurşun
Gözbebeklerimde Sakallı bir adam, görsen kesin bilirsin
Aklımın bir köşesinde sen, diğer kısımlar hercümerç
Kalbimin sınırlarına uçan tekmelerle taciz edende sensin
Tek kişilik festival, rengarenk bir tual zihnim
Her şey benim sen benimsin sonra,
Nazım'ın Piraye için yazdığı şiirler benim
İstediğini alabilirsin
Ve yanımdayken korkmana da gerek yok hiç
Bak ne kadar kocaman kollarım
Altında sen ve küçük dünyan
Gel burası evin olabilir hem bakarsın
Dedim ya burada hiç kaybolmazsın
Çünkü Kadıköy'de tüm sokaklar denize dökülür.

19 Mart 2012 Pazartesi

                                                                                                                
Bir gece var orada suyun öbür yanında bir gece
Orman kadar kalabalık, kan gibi koyu yeşil bir gece
Cırcır böcekleri, kuşlar, karıncalar ve ay ışığı
Gözlerine yakamozlar düşmüş bir ceylan gibi yumuşak bir gece
Kadife gibi.
Ucundan ateşe verilmiş bir parşömen gibi dalgalı bir gece
Var.Orada. Suyun öteki kıyısında
Bir gece var sana sarılmazsam cehennem olur bana.

Suya iniyor atlılar,
Nal sesleri dağlara çarpıp çarpıp çoğalıyor
Biz durmadan çoğalıyoruz. Sesin tekrar ediyor bir şeyleri durmadan
Sen anne olmak istiyorsun ben baba olmaya hevesliyim
Kader bizi oradan buradan toplayıp aynı yatağa sıkıştırıyor
Modern sanat ve edebiyat nasıl aciz kalıyor ayak bileklerinin inceliği karşısında
Ah görsen su nasıl berrak
Bir su var orada; çağlıyor kalbinden dağların
Bir gece var suyun hemen yanında
 Silahları var atlıların
Atları su içerken silahlarından ay ışığı seken eşkiyaları var
Dağların
Kim bilir kaç nehir dökülür şu önünde dantel gibi uzayan denizin koynuna
Kaç kişinin teri karışır tenime
Kimse bilmez kaç kişiye aşık olup seviştim ben. Bu güne dek
Ben beni öpen her kıza aşık olurum, aşık olurum boyna
Bilmez kimse.
Kasıklarımda kaç kadın saçı,
Kimse bilmez kaç kişi ile seviştin sen
Dudaklarında kimbilir kaç erkek tuzu
Sevgilim bir gece var orada
Ay ışığını dürüp saçlarına toka yapasım var benim
Dudaklarını öpen tüm çirkin dudakları yakasım var

Nefesin nasıl hassas kırılıyor hemen
Burnundan çıkan nefes soğuğu görünce donup kalıyor öyle
Ellerin var senin, ufacık cehennem topu gibi alev ellerin
Dudakların var sonra
Ana rahmi gibi ıslak ve bereketli
Dudakların
Tabi yalnız kalmazsın bu ellerle
İnsan hiç bu dudaklarla kalır mı yalnız
Ben ise...
Üstad ne güzel demiş bir kişi bile olamayacak kadar yalnızım
Ve senin sonra avuç içlerin varlar
Onlar hep varlar.

Yeşil bir eriği dişler gibi sulanıyor ağzım
Dişlerken memelerini
Pantolonumun bir cebi sigara bir cebi erik dolu
Yürüyorum kentlerin içinden geçiyorum
Atıyorum denizlere erik çekirdeklerini ve sonra izmaritlerimi
Neye değsem rengini alıyorum, öyle var ihtiyacım var birilerine
Denize girsem mavi oluyorum erik yesem yeşil

Şimdi güneş alnımda patlayan bir silah
Yere düşen parçalarım gölgem oluyor
Ve ben hep seni düşünüyorum, malum olmazsan olmaz
Simitçiler geçiyor, midye dolmacılar
Taksiler tecavüze uğrayan kadınlar gibiler, inliyorlar
Lokantalar dolu tıka basa
Öğrenciler geçiyor önümden kollarının altı hınca hınç kitap
Ve ben bir yerdeyim, bir odanın en ucunda
Önümde göt kadar ufacık bir cam
Diğer tarafta akan bir hayat
Ve sen hep böyle zamanlarda geliyorsun aklıma
Aklımdan çıkmıyorsun hiç
Aklım tamamen sensin aslında

Seni ilk gördüğümde Kasımdı aylardan
Benim halim yoktu, kafam fenaydı dilim düğüm
Senin dudağının kenarında papatya bahçesi vardı
Saklanmıştı onca papatyanın arasında bir bayaz gül
Önce terliydi ellerin sonra saçların dağınık
Önce dağıldı camlar, sonra terleyen dudakların
Sonra bir şiir dillendirdi biri,
Birileri vardı seni tutuyorlardı paçalarından, birileri bize yakın
Sen bana koşarken paçalarından tutan birileri
Seninde onlarda kalmıştı az biraz aklın
Sonra alıştım sana, sonra savaştık beraber
Bir gece vardı orada suyu falan siktir et Kadıköy’de
Seni görmüştüm, ben görmüştüm,
Kimse görememişti bana sorsan o güne kadar benim gördüğümü
Bir köpek havlamaktan yorgun düşmüştü
Kimsecikler yoktu
Halbu ki Kadıköy hep kalabalık olurdu
Nasıl sevmeyeyim buraları
Ben seni ilk Üsküdar’da öpmüştüm.

12 Mart 2012 Pazartesi

Saat 21:00 oldu mu ışıkları kapatıp açardık biz?

                Yarın Sivas Katliamı sanıkları zaman aşımı denen bir uygulama sebebi ile aklanacaklar. Sakın kimse bana; "aklanmak yok sadece yasadan doğan bir açıklık ve acizli ksebebi ile serbest kalacaklar" demesin. Benim nezdimde bu, devletin ve devlete ait tüm organların el birliği etmişçesine taraf tutması ve  insan aklamasıdır. Başka hiç bir izahı olamaz.
                1997 yılında Susurluk Kazası’nın ertesinde; sürekli aydınlık için bir dakikalık karanlık eylemi adı altında bir sivil itaatsizlik program başlamıştı hatırlarsınız... Bende o yıllarda saat 21:00 dedin mi ışık kapatanlardan biriydim; daha doğrusu ışık kapatılan bir ailenin kaşık ile tencereye vuran küçük evlatlarıydım. Hayatımda ki ilk ve belki de en lezzetli mitinglerim onlardı. Evet bilmem siz nasıl yaşadınız ama biz miting gibi yaşadık bir ay boyunca.
                Saat 21:00 dedinmi ışıklar kapanıp açılır ve sitenin bahçesine inilirdi. Davulllar zurnalar… Babamlar bir köşede hararetli konuşur genç olanlar ise halay çekerlerdi. Fonda hep aynı türkü;
Omuzdan tutun beni, halaya katın beni
Düşersem bu kavgadan oy, dosta anlatın beni
                Hatta yan sitelerden gelmeye başladılar bir süre sonra.Sitemizin bahçesi artık bildiğniz örgüt karargahı gibi olmuştu. Etraftaki sitelerden gelip halay çeken gençler hareretli konuşan bıyıklı adamlar ve her boktan habersiz aşağıda olmanın özgürlüğü ile salak salak ortalıkta koşturan bir sürü çocuk… Biz. 48 Dairelik sitenin hemen hemen çoğu aynı siyasi ideolojiye mensup aile fertleri olduğu için bu toplumsal reflekse ses çıkartmıyordu kimsecikler. Gerek yok gibi görünse de şu an için, ileride anlatacağım konular ile alakalı olduğu için söylemeliyim ki, solcu aileler olmalarının yanında bir de alevi olmak gibi ortak paydaları vardı. O sebeple halay daha bir sıradan bıyık daha bir normal duruyordu üzerimizde. Hem solcu hem de alevi bir aileden geliyorsanız devrim türküleri ile halay çekmek için yeterince sebebiniz her zaman var demektir. Her ne ise; o eylemler yapılırken biz çocuklar gibi şen iken iki tane insandan iki tane açıklama gelmişti. Çok terbiyesiz ve hınç dolu açıkamalarmış bu gün daha iyi anlıyorum.
                İlk açıklama dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan denen; sözde hakkaniyet ve tarafıszlık ilkesini içselleştirmesi mesleki bir zorunluluk olan bir avukat bozuntusundan gelmişti.
                “Ortada bir şey yok iken onun bunun oyuncağı oluyor bu insanlar. Işık kapatmalarına da şaşırmamak lazım alışkın bunlar Mum söndü’ye…”
                Kelimeler tamı tamına böyle olmayabilir ama ana teması buydu konuşmanın. Ufacıktım babam küfür ediyordu çok kızmıştı. Anlamamıştım ama şu an düşününce bir dönemim adalet bakanı olan insanın saçtığı öfke ve nefret aklıma sığmıyordu. Bu konuşmayı yaparken arkasında duran dört beş çember sakallı da nasıl kahkaha atmıştı. Beyinden yoksun sadece nefret ve kin ile beslenen sözde müslüman özde hayvan bile olamayacak insanlardı bunlar. Hazımsız ve farklılıklara tahaümülü olmamalarından daha fazlasıydı bu. Faşizanlıktan da öte… Bilemiyorum ne desem onca zaman geçmiş şu an yazarken bile sinirleniyorum. Zaten Şevket Kazan denen adamın aynı zamanda Sivas Katliamı Sanıklarının avukatlığını yapmış olması bu sebepler ile hiç de şaşırtıcı gelmiyordu kulağıma.
                Bir diğer açıklama da sayın Şevket Kazan’ın da bir parçası olduğu Milli Görüş’ün en etkili isimlerinden dönemim başbakanı Erbakan’dan gelmişti. O sinir bozucu zeka yoksunu sadece alaylı ifadelerinden biri ile hem de.
                “gulu gulu dansı yapıyorlar
                İlk başta, zihnimizde  abooovvv gibi saçma cümlelerle siyasetçiden çok mizahi bir tipleme olarak yerleşmiş Erbakan için sıradan bir cümle gibi duruyor bu sözler ama  arkasından gelen cümleler durumun daha vahim olduğunu anlatıyordu bize.
                “ gulu gulu dansı zencilerin yaptığı bir danstır. Zenciler kültürsüz ve cahil bir halktır. Onların yaptığı dansı tekrar edenler de onlar gibidir”
                Al birini vur ötekine… İslamiyet’in hoşgörü dini olduğu gerçeğini kendilerine şiar edinmiş söz de ülkenin etkin ve yetkin beyinlerinin yaptıkları açklamalar aslında içlerinde yatan öfke ve hazımsızlığın ne boyutlarda olduğunu gözler önüne seriyordu.  Bir insanın ne olduğunu zikrinden anlayamazsın belki ama fikri onu elbet ele verecektir. Olduğundan farklı görünmek için, güç dengelerini lehine çevirmek için olduğundan ve düşündüğünden farklı hareket edebilmek insana verilen kamuflaj yeteneklerinden biri de olsa elbet bir an gelir ve fikir insanı ele geçirir. Rahmetli Erbakan'ın Kaddafi’nin yanında azarlandıktan sonra ülkesine döndüğünde muzaffer bir komutan edası ile bıyık altından gülerek yaptığı konuşmalar, gerçeği bilmediğinden ve yahut görmediğinden değil o an için gerçekten çok gerçek olmayana ihtiyaç duymasındandır. Siyaset bir yerde tek ayak üzerinde kaç yalan söyleyebildiğinle doğru orantıldır çünkü .
                Bu düşünce yapısına sahip nsanların, ülkenin yazar çizer bir ton aydınının bulunduğu oteli tekbirler ile ateşe vermelerine şaşırmak… İşte asıl akılsızlık ve hadsizlik bu olurdu. Anadolu’da yüzyılalrdır yaşayan Anadolu Kültürü'nün oluşmasında bir sürü emeği olan onlarca kavim, onlarca halk, onlarca yol olmuştur bu güne dek. Bu topraklar Alevi’leri, Kürtleri , Ermenileri, Türkleri,Süryanileri Arapları ile bu yapısına  kavuşmuştur. Bu gün çıkıp ta sadece bir etnik kimliğin ve bir dini inanışın efendileri diğerleri yokmuş gibi davranarak günü kurtarmaya çalışsalarda aslında insanlık tarihi önünde kültür önünde nasıl aciz ve komik duruma düşmektedirler. Ah bir görebilseler kendilerini dışarıdan, ah bir anlayabilseler… Öfkeleri nefretleri ve kendi iç çekişmeleri yüzünden bu güne dek  vurdukları öğrencilerden, astıkları gençlerden ateşe verdikleri otellerden köylerden utanırlardı belki. Firik Dede’nin sakalından utanırlardı, Muhlis Akarsu’nun sazından, Hrant Dink’in kızından…
                Utanmak insani bir refleks olduğundan utanmanızı ben kendi adıma beklemiyorum. 1993 ten bu yana Sivas’ta yaşayan orada evlenen Türkiye Cumhuriyet’i sınırları içinde askerliğini yapan Sivas Katliamı sanıklarının kimliğine bakıp bir kere bile kardeşim biz devlet olarak seni arıyoruz dememişsiniz de bu gün çıkıp son bir anda vicdana gelip bu iğrenç insanlık suçunda güçlülerin değil de vicdanınızın tarafında duracak değilsiniz ya.
                 Yıl 2012 hala evleri işretleyen insanların dini inanışlarını bilmeden dalga geçen, etnik kimliklerini yok saymaya çalışan kendisinden başkasını hep eksik ve acınılası gören komplekslerine yenilmiş sen mi hakkaniyetli karar vereceksin. Hadi oradan ya...

6 Mart 2012 Salı

Bu sabah gün aldım yirmi beşimden
Önceden verdiğim bir emaneti alır gibi aldım
Hakkımmış gibi
Oysa hakettim mi bilemiyorum tam olarak.
Çok sevilmem ben, iyi biri değilimdir çünkü
Doğum günlerimde genelde terk edilirim mesela
Seni seviyorumdan çok seni sevmiyorum demezdi bal dudakları yoksa
İyi biri olsam
Genelde hep seni sevmiyorum derler bana
Hepsinin dudakları
bütün dudaklar tekrarlar


Sanki almasam hatırı kalır gibi aldım
Yirmi beşimden günü
Gün aldım yirmi beşimden yıla bedel
Sanki cemre düştü suya
Oysa benim bahçelerimde genel de çiçek açmaz
Kiraz ağacı olmaz, İncir gölgesi, Kayısı dalı ya da
Kuşlara salıncak olmaz söğüt ağaçlarının kolları
yaban otları dolanır bileklerine benim bahçelerimde
Gitme diye dolanırlar
Benim bahçelerim de benim gibidir
Gitme diye yalvarırlar


Yirmi beşimden gün aldım bir tane,
Eve geldim bin tane
Nasıl olmasın hem tüm sevdiklerimle aram açık bu aralar
Yoksa ha girmişim yirmi beşe ha çıkmışım otuzdan
Kötü biri oldum ben, çirkinimde hem, düşüncesizde
Bencilim bir de, plansızım, çoraplarım da kokar
Pisim de
Kötü alışkanlıklarım da var
Balık burcuyum; hala çocuğum illa ki
Hayallerime inanıyorum...
Gerçekmiş gibi..

Senin gidişinde tekrarıdır eski bir hikayenin
Düşmüşüm ben halbu ki, fazlasına gerek yok
Mesela ölmüşüm
Bir kurşum parçalamış omurilik soğanımı
Gözlerime kurtcuklar dolmuş
Ölmüşüm işte
Başımda bir tip, belalı kara bir adam
Kurşun sıkıyor ağzıma
Oysa ölmüşüm ben
Sen zorluyorsun acıtmak için canımı
Adam öldürmek için ısrarlı
Ben anlatamıyorum ikinize de
Ölüyüm ben
Pasta kesmek yerine helva yiyeceğiz bu gün

2 Mart 2012 Cuma

Sandım ki alt etmiştim, bir laf söyledi mahvetti.


                Yatağın dışarısı jilet gibi soğuk, içi çivi gibi huzursuz...
                İçeride kalmak ile dışarıya çıkmak arasında hiç bir fark yoksa eğer, işte o vakit haymatlos olup çıkıveririz. Bu sabah sahipsiz, yurtsuz ve evsizdim.
                Seslere uyandım. Evin hemen bir sokak aşağısındaki sinemada kavga çıkmış, çocuklar cam çerçeve indirmişler. O kırılan cam parçalarından biri gelip uykumu kesivermişti.Polis durduramamış şamatayı...Mahallenin kabına sığmayan ama büyüğünü gördü mü de başını öne eğen gençleri vitrinleri taşlamışlar, reklam afşlerini tutuşturmuşlar.
                 Kafamı uzattım pencereden.Elinde taş ve sopa ile ortalığa bağıran sarı saçlı bir çocuk gördüm. Arkadaşları “dur Kuzey yapma...” diye bağırıyordu. Amca haklı çıkmıştı, 3.Dünya savaşı taş ve sopa ile oluyordu.
                Hızlı hızlı giyinip çıktım evimden. Sokağım nasıl telaşlı ve kan gölü ise İstanbul’un geri kalanı bir o kadar,o meşhur yazdan kalma günü yaşıyordu.Kar ve yağmur sanki bir benim sokağıma yağmıştı. Öfke ve cinnet sanki bir tek benim sokağımda hala manasını koruyordu.Taş yağmuru ve cam kırıklarından sıyrılıp kendimi otobüs durağına attım. Kulağımda kulaklık vardı kulaklığımın bir ucu kulaklarımda bir diğer ucu Walkmanimdeydi. Sırt çantası sevmiyordum ama walkman kullanıcak kadar inatçı iseniz sırt çantası da taşımak zorundasınızdır. Malum yeni kot markaları walkman sığacak cepler dikmiyorardı artık.
                 İnatçı bir kalbin çilesini omurgalar çekiyordu.
                Walkmanimin içine henüz on üç yaşında iken Mersinde’ki Bit Pazarı’nın karşısındaki kasetçilerden doldurttuğum kasedimi koydum ve playa bastım. Kulak zarımı okşayan sesleri hemen tanıdım. Kulak zarı ile kızlık zarı arasındaki fark, kızlık zarının ilk patladığı gün iyi uyuyamazsınız, kulak zarının patladığı ilk gün ise bir bok duymazsınız. Grup Vitaminin bol ve kıvırcık saçlı elemanı at üstünde bir şarkı söylüyordu. Sanki ata sporumuzu anons ediyordu..
                “ oo oo çekilin yoldan vahşi batıdan geliyorlar...”
                Gelen ilk otobüse atladım. Önüme çıkan ilk durakta da da indim. Lanet gitsn evimden hiç uzaklamamıştım. Hatta bu durak evime bindiğim durakdan daha yakınmış.Gitmek istedikçe ben hep daha çok yaklaşıyordum. Bokluk ve kaos beni kendine çekiyordu.
                Bir yarım saat kadar yürüdüm. Yolda beyaz saçlı bir adam gördüm. Bir antika dükkanının önünde tabureye çömmüş yeni kattığı çayını keyifle lıkırdatıyordu. Karadeniz çayı değil halis muhlis kaçak çaydı bu höpürdettiği. Bıyıkarı bu sebeple anadolu kokuyordu. Sığındım yanına. Bir acayip adamdı.Adın suphi mi dedim. Hayır ahperig adım suphi değil dedi. Ne diye de sormadım o da söylemedi. “Bu topraklarda gözünüz varmış” dedim. Bir an kabardı damarlarım. “Bu vatan da gözünüz var da alacak götünüz var mı” dedim.
                Sandım ki alt etmiştim, bir laf söyledi mahvetti.
“Bu topraklarda gözümüz var,var çünkü kökümüz burda.Bu toprakları alıp gitmek için değil bu toprakların gelip dibine girmek için ama...”
                Konuşurken güvercin gibi tedirgindi. Güvercinleri vurmazlar dedi.Yazık, inanmıştı da. Eğildim kulağına dedim ki:
                “ parev ahbarig, eşşeği siken güvercine ne yapmaz...
                Kalktım yürüdüm canım sıkılmıştı. Tanrı’nın midesi bulanmış kusuyordu. Yoksa bir güneş açıp bir kar yağmasının başka ne anlamı vardı. Milyarlarca yıldır hem kendi etrafında hem güneşin etrafında dönersen olacağı budur köpoğlusu dedim...
                
                Sonra bir kaç hemcinsime rastladım yolda, bu gün kü aklım olsa yolumu hemencecik değiştirirdim. Sevgili değiştiren kız gibi değiştirirdim hemde.
                İki gün surat asar üçüncü gün koyun açardım.

                Birisine daha rastladım sonra. Tuttum ellerini. Huylarını bilmediğim birisi. Yabancı diller söylüyordu onun sesisini sanki, başkaları tarıyrdu saçlarını hele o 32 dişini göstererek gülüşünü görseniz 32 milletten ayrı ayrı 32 insan vardı ağzının içinde. Medeniyetlerin buluşma noktası gülünce açan gamzelerine sığacak kadar ufaktı. Yada gamzeleri öyle uçsuz. Yumuşak g olsa belki daha naif olurdu. İnsan doğarkan verilen ad yaşarken çizilen kaderidir. Sert mizacının sebebi yazılması atlanmış bir yumuşak g dir belki. Demir leblebi gibi ıssırsan dişini parçalayan bir güzellik ki dile kolay. Dilinin serinliğinin ve terinin kokusunun hiç bir aktar da muadilini bulamazsınız. Öyle başıbuyruk. Önce alfabeyi öğreniyordum sonra onun dudaklarını. Sesi durmadan anne olma isteğini tekrarlıyordu. Ben baba olmak için tekrarlıyordum kendimi. Zaten baba olmak insanın kendini tekrarlamısıdır.
                Bir sürü kötü şey oluyor hayatta nasıl olmasın hem, hayat hep iyi şeyler yaşamak için çok uzun.
                Kimse sevmiyor gibi beni geliyor bazen. Herkes sınırımı deniyor gibi. Sonra diyorum iyiliği beklersen milletinden ölürsün illetinden. Siktir et diyorum. Kendi varlığınla savaşmak dururken başkası ile birlikteliğinle kaybetmek de var. Kendi dediğimi kendim anlamıyorum.
                Havai fişekler yağıyordenize, molotof kokteyyleri salvolarla geziniyorlar ufukta.Cami hopörlerinden suavinin sesi kesiyor karanlığı. Esmer yüzlü çocuklar sokakları taşlıyorlar öfkeden. Ben yürüdükçe ardım yanıyor. Eteklerimden bir sürü taş dökülüyor. En sevdiklerimden kopup yalnızlaşıyorum. Bir kapı var tüm meyilim ona. Kalabalık girmek isterdim eskiden o kapıdan. Artık çok kişi yok elimi tutan. Bir tutup bir bırakıyor çoğu. Çünkü bir insanın yanında olması için artık onu ikna etmeye ihtiyaç. Gönül meyili değil akıl iknası birliktelikleri kuvvetlendiren. Çabalıyorum çabalamıyosun deselerde. Göğüslüyorum korkak sansalar da. Onlar gömüyor diye ben yapmıyor değilim ya.Kör gözler görmedi diye birinci dünya savaşıyok diyemeyiz. 

                Kapıya doğru geliyorum.
                Ellerinden tutmuşum Tuba’nın. Ağzımda sigaram; külleri yüzüme değen rüzgar sebebi ile sakalımda sönüyor.
                Ve ben 25 yaşına giriyorum. 
                Nasıl da afilliyim her şeye karşın.

               

12 Şubat 2012 Pazar

Coşkunu kimde bıraktıysan geri al ne olur.

Ararat gibi uzun bir yoldur yaşamak
Yorulan herkes düşer eteklerinden
Sıkı sıkı sarılmassan dallarına ağacın sende düşersin
Çığ dediğin pes eden bir kartopudur sevgilim
İnat ve inanç iskeletidir var olmanın
Anlayacağın sevgilim pes edersen sen de düşersin

Ben babamdan öğrendim
Her yara izinin bir sebebi vardır
Ve bu tarafından bakınca hayata
Tüm suçlular masum aslında
Aslını inkar eden kerem
Leylasını bulan bir mecnun kadar amaçsız kalır
Ve buradan bakınca aşka
Tüm aşıklar yalnızdır aslında

İki elini bırakıp bisiklet sürmek
Daha az tehlikelidir gözlerinin içine bakmaktan
Çünkü bisikletten düşsem dizim kanar en fazla
Gözünden düşsem ama yaşayamam ki.
Bisiklet sürerken iki elimi bırakıp gözlerinin içine baktığım an ise
İşte o an tenakuzun doğduyu vakittir.
Gözlerine bakıp gülümsemen bana
Altında Adem ile Havva'nın imzası olan en eski akittir.

Senin için bir şarkı seçmiştim, sustu o
Bir fotoğraf çekmiştim yırtıldı
Bir şiir yazmıştım silindi,
Şevkini kaybeden bir devrimci nasıl saldırsın düşmana
Yolunu kaybeden bir kurşun doğru canı nasıl alsın
Ben inancımı kaybedersem nasıl seveyim seni
Anahtarı kaybedersek
Nasıl gireriz içeri

Beni her gece seninle uyumak gibi bir kaderim var
Her sabah yanında uyanmak gibi bir yazım
Eskiden sevip şimdi nefret ettiğim insanlarım var benim
Yanlış biliyorlar en iyi düşman eski dosttan olur asıl.

Herkes yarı yolda bırakıyor beni sen bırakma
İnsanlar bencil çünkü insanlar yüzsüz
Kime ne diyeyim bilmiyorum diyeceğim de insan sonuçta
Dünyada ailem ve sen dışında bir iki kişi daha var
Bana kalsa gerisi komple ölsün

Seni sevmeyen yerlerimi köpekler ıssırsın
Seni öpmeyen dudaklarımı cardonlar yesin
Seni görmeyen gözlerime solucanlar dolsun
Onca pis içinde bir seni buldum ben temiz olan
Yolların taşları değmez tabanlarıma ben eğer yanına koşuyorsam
Çok yüksekler den de düşse bir buz tanesi alnıma
Acıtır sadece ama delmez kafatasımı
Çünkü iyi veya kötü herşey varlığı ile değil
Sebebi ile anlam bulur.
Ve bu açıdan bakınca sana
Boşver bu açıyı sen her açıdan güzelsin

10 Ocak 2012 Salı

33 kurşun 35 ölü




Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız.
Bilmezlikten değil,
Fukaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep Suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki


                     Ahmed ARİF


                               
Yıl 1943...
Bir kısmı İran topraklarında bir kısmı Van’ın Özalp ilçesinde bir kısmı ise Allah bilir dünyanın hangi köşesinde yaşayan Milan aşiretinin  ve yatakçıları olduğu söylenen kişilerin, toplam 33 canın başına gelenler aslında tarihe düşülmüş bir şerhtir.
Bazı devletlerin mazilerinde yaptıkları katliamlardan utanmayan ve usanmayan haysiyetsiz, ödlek ve faşist kahramanlar vardır.”
Tarih objektif yorumlanmadığı sürece devletlerin kendi onurlu hikayelerini yazmaları için gerekli olan bir enstürmandan öteye geçemez. Vicdan bu noktada insanları ikiye ayırır işte.
Bir tarafta görüp söyleyenler,bir tarafta bilip susanlar...
Sürekli gerçekleri çarpıtıp, vicdan muhasebesi yapmadan gözlerini karartmış kinle, akıllarını dondurmuş öfke ile konuşan laflarını bilmezler aslında gerçeğin altını koyu kalemle çizmektedirler.
 Anlayan için bilen için gören için gerçekliği en belirgin hale getiren ona yalan diyen zavallılardır.
Sivil halkın asker tarafından kaza veya değil herhangi bir sebeple öldürülmüş olmalarının hesabını vermek bu vebalin bedelini ödemek yerine, biraz olsun utanmaktansa çıkıp da “onlar yıllardır ölen askerlerden özür dilediler mi” diye soran aklı noksanlardan öyle bir huylandım ki son zamanlarda,diyemem. Olayı PKK haklı veya haksız boyutundan tamamen bağımsız insani bir refleksle irdelemekten yoksun olan bu zat-ı odunlara tek söylemek istediğim şey, neyse söylemeyeyim. Eğer PKK denen terör örgütü masumları öldürmüşse sen de git teröristleri öldür anlarım. Ama çoluk çocuk sivil halkın canını almak neyin misillemesidir. Ölen sivil halktan özür dilemek yerine onlar diledi mi ki demek neyin muhakemesidir. Bu Galatasaray’lı bir oyuncunun yaptığı faul sonrası işgüzar hakemin Galatasaray’lı oyuncuya dokunmayıp da Galatasaray tribünlerini boşaltması kadar saçma ve irdelenmesi gereken bir husustur. Bu düpedüz zırvadır. İnsana yakışmaz bu, hele de bu topraklarda yaşayan bir halka hiç yakışmaz. Anadolunun ortasında Ma Ana’nın kucağında mezoptomya da, Yunus Emre’lerin Ahmed Arif’lerin HacıBektaş’ların yaşadığı topraklarda var olan halklara yakışmaz bu öfke. “Enel Hak”’tan “ohh iyi oldu”ya nasıl geldik anlamıyorum. Anlayamıyorum.
Faşizan bir şekilde ülkelerini seven bu insanlar, saplantılı bir şekilde aşık oldukları kadınları öldüren zavallılardan daha onurlu değillerdir. Bazı insanlar ki bunlar zihinsel gelişimini ve ilk insandan günümüze kadar uzayan mental evrimlerini tamamlayamadıkları için sevmenin de ne demek olduğundan bi haberler. Sevdiği insanı “beni aldatıyor mu acaba ayrılacakmı benden yoksa” diye düşünüp öldüren insan ne ise milliyetçilik ile aklını bulandırmış vatan için ölürüm öldürürüm diyen insan da aynı odur. Olması gerekenden fazlası konu ne olursa olsun zarar verir. Hele ki konu ülke sevmek ise..             
Bu toprakları sevmek ise konu üç beş çakalın tekeline alamayacakları kadar büyük ve kudretli bir histir o.
Bu topraklar daha onurlu daha şerefli sevgilileri hak ediyordur, bundan eminim.
Yazının girişinde alıntı yaptığım şiir; bilen bilir belki Ahmed Arif’in 33 Kurşun’undan alıntıdır. 1943 yılında Van’da kurşuna dizilerek öldürülen 33 kişi için yakılmış bir ağıttır. Aslında içlerinden biri taşların arkasına saklanıp kurtulmuştur. Olay ise kısaca özetlemek gerekirse şöyle gerçekleşmiştir.
Asker  ile İran sınırında yaşayan aileler arasında ilk tohumu kimin attığı bilinmeyen düşmanlık had safhada seyrederken  bir gün Türk askeri karşı tarafa geçip Mehmedi Mısto’nun hayvanlarını sınırın bu yakasına kaçırmıştır. Bunun üzerine Mehmed Mısto’da dönemin Van Özalp Kaymakamına bir mektup yazmıştır.
“Gasbedilen hayvanlarımı bana iyilikle geri veriniz. Ben sizin dostunuzum. Ricamı kabul etmezseniz, ben hayvanlarımı sizin benden aldığınız usulle geri alabilirim. Fakat bu takdirde Türk hükümetinin haysiyeti rencide olur buna sebebiyet vermeyiniz.”
Tabi ki olumsuz cevap alınan bu mektubun üzerine Mehmed Mısto’da sınırın bu yakasına geçip aynı usulle alır hayvanlarını gerisin geriye. Bu olay hoş karşılanmamıştır tabi, hemen aralarında Mehmed Mısto’nun da bulunduğu Milan aşiretinden toplam 40 kişi gözaltına alınır. Ve lakin Van Cumhuriyet savcılığı çoğunu serbest bırakır. Bu olay üzerine o zaman Orgeneral olan  Mustafa Muğlalı Van’a gelip hepsinin tutuklamasını emreder. Serbest bırakılan insanlar geri tutuklanır. Çünkü bölge de türk imajını zedelemişlerdir. Ve Van’dan ayrılmadan önce Muğlalı bir mektup bırakır geride. İki emir vardır. Bir bu tutuklulardan geri kalan kişiler ile ilgili bilgi alınması (iran sınırında yaşayıpdevlet ile husumeti olan aşiretler) ve gerekli görülmesi durumunda bu tutuklulara karşı silah kullanılmasıdır.Tabi herkesin bildiği gibi bir silah ortaya çıktı mı kesin ateş alır. Bu 33 kişi kurşunlanır biri dışında hepsi ölür. Tarihe 33 kurşun diye geçen olay kaba taslak böyledir.
Sonra bu Muğlalı denen sözümona büyük komutanın adı Van’da katliamın gerçekleştiği yerde ki Kışla’ya verilmiştir. Nasıl ki Dersim’i bombalayanın adını İstanbul’da ki havaalanına vermiştir bu devlet, Muğlalı’nın da adı kışlaya verilmiştir işte.
Çünkü başımızdakiler halkı dövdükleri sopayı kaldırmak yerine ortada bırakır ki gören korksunda yaramazlık yapmasındır.
 Hem bahsi geçen Mustafa Muğlalı yaptığı bu faşist katliamdan ötürü Türk mahkemelerince suçlu bulunmuş ve hatta hapiste mahkum iken ölmüştür.
Ahmed Arif’in yazdığı şiir aklıma geldi sevgilimden 35 kişinin öldüğü haberini duyunca iki gün önce.Devlet çoluk çocuk demeden sözüm ona yanlış istihbarat ile bomba yağdırmıştı kendi halkının üstüne. Kaçakçılık yapan kaçakçılıktan kasıtları da bir paket sigara bilemedin iki hayvan olan genci yaşlısı herkesin üstüne yıılardır biriken kinini kusmuştur devlet. Eskiden nasıl olmuş ise şimdide öyle olmuştur. Bunun ne AKP ile ne CHP ile ne de bir başka parti ile alakası vardır. Bu devletin yazılı olmayan resmi ideolojisinden kaynaklanmaktadır. Bizim devletimiz farklılıkları sevmez, hakkını arayandan hiç haz etmez.
Benim kişisel paranoyam veya vatan sevgisizliğim deyin, ya da ne isterseniz deyin ama kişisel olarak beni son derece üzen ve rahatsız eden bir hadiseydi bu geçen hafta yaşananlar. Sizin nasıl yüreğinizi sızlatmadığına şaşırırken ben bir de sevinenler gördüm. Ayıp ulan kalıbınıza tüküreyim sizin. Ölünün Kürdü Ermenisi Türkü mü olurmuş. Hrant Dink öldüğünde oh diyen ile 2 Temmuz da Sivas ‘da yanan canlara ama hakettiler diyenler bu günde sevinenlerdir işte. Tarih böle insanları her zaman aşşağılık bir şekilde hatırlayacaktır.
Tarihten ayrı ben ise hepsine it olarak bakmaktayım. Ucuna çengel asılmış gibi duran o bıyıklarınızdan tiksindiğim kadar bir şeyden tiksinmedim şu hayatta. Oysa biz bu topraklarda doğarak ne kadar şanslı olduğumuzu bir farkına varsak... Klişe falan bilmem ben tek bildiğim türk kürt ermeni birlikte kol kola dünyanın en renkli en güçlü toplumunu yaratacak gücümüz varken nelerle boğuşuyoruz.
Sizi bilmem ama ben ölen her candan sonra çok üzülüyorum.
Ah Muhsin Ünlü der ki;
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.
                senegalliler dahil değil
Ben de diyorum ki;
Hiç bir halk zulmü haketmez
Kürtler dahil...



3 Ocak 2012 Salı

Hayat bazen bir erkeğin elinden karizmatik olması için gerekli tüm esntürmanları alır.

Mor bir otobüs yanaşırsa perona
bil ki bu ben artık giderimdir
Mor otobüs olmaz ki bu hiç gitmeyeceksindir deme
bu zor da olsa bir gün giderimdir.

Bir annenin memesinden kopup gelen her erkek,
bir gün elbet hayata başka bir kadının memesinden tekrar tutunacaktır
Modernite aslında eskiye değil yarına tehdittir
Ve realite…
Biliyorsun si…in şiirini işte
aşka fevkalade manidir”
Ben hayatta en çok senin memelerini sevdim ve lakin.
Tüm peygamberler ve eski çağların tanrıları şahittir.
Tam olarak hatırlamıyorum ama bir Finlandiya atasözü şöyle der:
-Anneler de meleklere dahildir-
Bir leoparın dişlerinin arasında kalmıştır emek, emek ki bir antilobu andırır.
Ama emeğin insan formu için manası terdir
O yüzden kutsaldır kasıkların
Kasıkların vücudundaki en terli yerdir.

Bir mermi seyirir sol gözümde
Sol gözüm bir savaş çığırtkanıdır. Ne yapsam fanidir
Manüpüle edilir her aşık.
Devrik bir ülkenin bayrağı gibi yere düşer gölgen.
Ne zarif, nasıl bir hınç, bu hicap bana fazla
Sevgilim senin üstünden meşrulaşacak her yeni bulunan kara parçası
beni öpersen alırım dünyayı karşıma ben o gazla
Ve bu sebeple seni sevmek. Ve ah sevişmek seninle
siyanür ile abdest almaya benzer
Şekil itibari ile doğru pratikte can alıcıdır.
Bilmezsin sen ama, bilme de
Çoğu şey can acıtır

Bir çıkar altı milyardan kalan ne ise, hepsinden güzelsindir.
Düzen bozulmaya görsün, sinirden küsersindir.
Sırf bu sebep ile, Bileklerine jiletle bir kelebek çizersindir.
Ne şanssızsın ki jilet çok keskin.
Kirpiklerin dudaklarımda yavru bir kuş gibi çırpınırdır.
bir padişah tüm kullarına kızardır.
tenindeki tüm oksijeni bir ustura ile sıyırıp
Ah ! sevgilim sen gülmedikçe halifelik hala
Araplardadır.

Üç tane erkek bir araya geldi mi istediği devleti yıkıp
istediği kadınla yatıp
istediği takımı şampiyon yapabilir.
Ama bir kadın birbirine düşürür dünyanın efendilerini
Hayat basit bir matematiktir.
Kırmızı ruja yatırdığı dudakları ile şıllık şıllık güler. “Hah !Dünyan efendileri mi?”
Bir kadın tüm erkeklere bedeldir.


Bir gün kavga edersem iki adım ardımda dur.
ben düşersem olurda
lütfen sen vur.