Sevgilim,
Sevgilim diyorum ama inan bu
kelime seni korkutsun istemem. Sen kibrit kutusu gibi ağzın ve gazoz kapağı
gibi kocaman gözlerinle o kadar güzelsin ki sevgilim olmasanda sevgilim
demeliyim sana. Mesela biz sevgilim, özgür olmak için istasyonda duran son
trene binmesi gereken biz… Bekliyoruz istasyonlarda ama trenelere binecek
cesaretimiz yok. Yolculuklardan korkan ve geride bıraktıklarına üzülen birisi nasıl
iyi bir seyyah olabilirki. Özgür bir insan ve iyi bir aşık olmanın temel kuralı
seyyah olmaktır halbuki. Yolculuk illa ki bir yerden bir yere değil bazende
birisinden başka birisine gitmektir. Geride bıraktıklarına üzülen iyi bir
seyyah olamaz sonuçta kan görünce bayılan birisinin seri katil olamayacağı gibi,
olayın doğasına tamamen aykırı. Nasıl ki Allah insana hem irade verip hemde
yasaklar koyuyorsa, Aynı Allah’ın hem seni yaratıp hemde bu öpülmez demesi
kendi içinde nasıl da saçma ve çelişkilerle dolu, sadece biraz düşün. Geride bıraktıklarına üzülmeyi bırak bir an önce.
Gel binelim şu trene. Unutmuşuz aşık olmayı diye hayıflanma, işte asıl o zaman
ölürüz. Dökülen yerlerden çıkmayan saçlar, yanan yerde çiçek bitmemesi gibi… Ne
zamandır olmayan şeyleri beraber büyütme çabamız aslında ne kadar da kutsal bir
şey, farkındamısın. Küçümseme sakın kendini emin ol sen herkesten güzelsin ve
biz Leyla ile Mecnun’dan daha büyüğüz. Komik geliyo sana biliyorum. Leyla ile
Mecnun’mu aşk mı deyip gülüyorsundur hatta. Ama ben bizi büyütmüyorum sadece
siz aşkı büyütüyosunuz. Filmlerle, masallarla kitaplarla kandırdılar bizi çünkü.
Oysa aşk ve cinsellik kadar olağan ama kutsal hiçbir şey olamaz dünyada. Allah
dahil!
Sevgilim; benim bir sırrım var,
artık bizim olsun istiyorum. Çok uzun zamandır içimde tek başıma tuttuğum bir
sır bu; gel paylaşalım. Ece Ayhan aşk örgütlenmektir demiş ne şahane.
Aşk biraz da özgürleşmektir ama. Ne yazık ki biz, dünya, sen ve ben tam tersi
diye öğrenmişiz. Biz kendimizi özgür hissettiğimiz insanın tutsağı olmayı aşk
bilmişiz. Oysa dünya daha güzel bundan, daha mucizevi. Özgürleşme çabası kadar
kutsal ne olabilir ki şu sonsuz yuvarlakta. İnsan düşünen bir hayvandır masalını
bir kenara koyalım artık. İnsan özgür olma ideasını yaşadıkça içinde
özgürleşmez eyleme geçtiği zaman özgürleşir. Özgürlük,istediğini yapabilme
hissi, uçmak gibi… İçindeki huzur terazisinin bir tarafına özgürlüğü koyduktan
sonra diğer tarafa ne koyarsan koy bu taraf hep ağır basacaktır. Ve sonra aşk.
Ben sana aşığım sevgilim, gerçekten. Aşk bundan biraz daha fazlası olamaz,
inanmam buna. Alışkanlık sevmek falan değil kastım aşk. Hani hafif kemik çıkmış
ayakları kalbine bastırma isteği. Hafifiçe içe bakan dizkapaklarına pudra
şekeri dökmek… Gülünce dudağının kenarındaki boşluktan ateşe başlayan silahlar,
ağzını açınca masaya dökülen her kelime ve dişlerin… Her gün yeniden aşık
olabilmek ne güzel bir düşünsene.
Sevgilim,
Halet-i ruhiyem bu günlerde bir gün
fırtınaya tutulmuş tekne gibi alabora, bir gün süt liman. İçimdeki vicdan
azabının boyutunu anlatabileceğim en şiddetli kelime, cehennemi kibrit ateşi
ile tasviretmek gibi yetersiz kalıyor. Senin de öyle biliyorum. Ama şunu da biliyorum
ki verilen kararların sonunda çekilen acı verilmeyen kararların yaşattığı
pişmanlık kadar yer etmez zihinlerde. Ege’nin dağları denize dik uzanır senin
saçların gökyüzüne paralel… İklim kelimesinin sözlük anlamı ne bilmiyorum ama tenindeki
ılıklık her türlü bitki örtüsü için bulunmaz nimet. Sevgilim, hep dediğim gibi
ben tüm kötü şeylere karşı senin kasıklarında mevzi alırım.
Sevgilim, sana bir kent vaat ediyorum.
Daha fazlasını vermeyi bende çok isterdim ama ne yaparsın şartlar ve hayat.
Sana bir kent vereceğim, kasıklarını rahatça açabileceğin bir kent. Bulutlardan
kültablaları yaparım sana, güllerden yastıklar yaparım. Musluklardan ananas
suları akan bir kent, özgür olacağın bir yer. Kapısız penceresiz bir kent.
Kuşların havada uçarken birbirine çarptığı bir kent. Herşeyin baştan sonra tam
ters olduğu bir kent. Sonuçta bir kenti kent yapan içindekiler değilmidir.
Eminim sen her kara parçası için bayrak kadar kutsalsındır. Tek başına öyle
kalabalıksın ki anlatamam. Denize uzatırsın ayaklarını, kayalıklara
oturmuşsundur. Her yer ay, her yer yıldız… Gökyüzünden düşen her ay ışığı ilk
önce tenine düşer, denizden önce tenine… Sana bir kent vereceğim ucuna bir sır
sıkıştırdığım. Aragon’un dediği bir sır;
“Sana bir sır
vereyim zaman sensin…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder