25 Kasım 2011 Cuma

Çok uzun ve dağınık. Ama benim... Saçların gibi

Hayal kırıklığı... İnsanı üzen tek duygu bu sanki .Beni üzen her şeyi düşünüyorum da hepsininin beni üzmesinin sebebi üzerimde yarattığı hayal kırıklığı ile ilgili. Birisine güveniyor olmak, inanmak... Hayal kırıklığı ... Hiç yapmaz o, neden yapsın hem ne ihtiyacı varki, o dememiştir, o asla bunun söylenmesine izin vermez, o beni sever...
Hayal kırıklığı kızgın yağda kızdırılmış paslı ve tırtıklı ince bir demir parçasını penis ucunuzdan içeriye  sokmak gibi yakar canınızı.
Kendi hayatındaki gösterdiğin tüm hassasiyetlerin karşılığının aptal yerine konularak sana verildiğini görmek, gözlerinden tiksinmesine yetiyor adamın. Çünkü bu dünyada sen ne kadar akıllı sansan da kendini, birileri seni her daim aptal yerine koyarlar.İlla hayal kırıklığı aldatılmak yada sevgili ile ilgili olmaz. Dost, aile, iş, okul, Allah...
Hayalkırıklığı bizim yüzyılımızda ölüm gibi alışıldıktır.
Ben hayatımda bir sürü hayalkırıklığı yaşadım. Dostlarımla ilgili hayalkırıklıkları... Güvendiğim insanların karakterlerindeki bozulmalar, kendilerini üzerimde hak sahibi sanıp orada burada hakkımda gevşek gevşek konuşmalar.... Samimi olduğunu düşündüğünüz insanın- ki siz onun için bir sürü şey yapmışsınızdır- tutup da Olga’yı da çok sevmem zaten,öyle takılır yanımızda gibişeyler söylüyor olması bir hayalkırıklığıdır aslında. Kafasını patlatıp sinirimi geçirmek gibi bir yolda olsa ben hiç onu seçmedim. Ki dünyanın en iyi kavga eden adamı olmasam da en azından yumruk yemekten korkmam. Bırak sinirimi geçirmek içinbir şeyler yapmayı ortada ki bu yanlışlığı bu haksızlığı çözmeye bile çalışmadım. Çünkü aslında o pezevenk bilmeden bana şu boktan hayatta güçlü kalabilmem için en gerekli enstürmanı veriyor, kendisinden nefret etmemi sağlayarak. Her şeyi seven adam hiç bir şeyi değiştirmek istemez, ve hiç bir şeyi değiştirmeyen adam hep aynı kötü kaderin mahkumu olur. Sevmek kabullenmeyi, statükoyu beslerken, nefret devrimin ilk kıvılcımını çakar. Nefret ettiğim beni hayalkırıklığına uğratan şeyleri bir kağıda yazıp cebimde taşırım bazı zamanlar. Olur olmadık yerlerde açar okurum,o sinir, o aptal yerine konmuş olduğunu bilmek hissi, o arkasından iş çevirilen salak adam psikolojisi beni besler. Beslemek ne boktan bir kelime aslında. Ben hayattan besleniyorum gibi sanatçı bozması tiplerin zırvalarından biri gibi düşünmeyin ama. Yoksa yaşayamam bu öyle bir beslemek. Annesinin memesinden ayırırsan bebeği nasıl ölür,öyle bir beslemek bu. Her şeyi severek yaşayamayacak kadar sorunluyum madem o zaman bana kendilerinden nefret etme fırsatı verenleri sevmem de olağan değil mi?
Bazen hayat hayal kırıklığına uğratır seni. Vermez istediklerini... Mesela bazıları hayatları boyunca bir gemi bekler, içinden babası çıkacak ümidi ile; ama o gemi gelmez. Ben yazar olmak isterdim mesela. Kitaplar yazayım, insanlar okusun paralar kazanayım. Ama mücadeleni önemsemez kimse senin.Kimse aferin demez, gururunu okşamaz şevklendirmez seni. Başkaları boktan şeylerde yapsalar baş tacı edilirler, sen dünyayı değiştirsen, her şeyi bozdun derler. El evindeki her zaman daha güzel gelir insana. Örneğin bir daha bir şey yazmayacağımı biliyorum. Sevdiğim şeyi kendi elimden alarak cezalandırıyorum kendimi gibi görünüyor ama öyle değil aslında. İçim de yazmam için bir sebep kalmadı ki. Ben aşk beklerim mesela ne bileyim böyle pislik bok gibi batık aşklar vardır ya... Hani dünya da yıkılsa sen bir başka seversin. Genel de hayatın ve yaşamanın rasyonel kısmı aşkı sevgiyi fedakarlığı inkar ederken, bencilliği ve kişisel egoların tatminini meşrulaştırır halbu ki. Diyeceğim o ki artık herkes kendi derdindedir. Aşk yaşanmış ve bitmiştir, şimdi ise sadece biz bunları kitaplardan okur filmlerden izleriz. Ben hayal ederim hep,yoksa bilirim dünya hayal etmediğin sürece koca bir gaz kütlesinden hallicedir. Biraz su biraz kara milyarlarca insan ama fazlası değil. Oysa hayal edesen her yer sen nasıl istersen öyle olur. Ama işe gel gör ki hayal kuran adam, elbet kırılır. Hayal kırıklığı Allah’ın romantiklerden intikam almak için kullandığı bir silahtır ve Allah iki gözü bağlı bile olsa uçan sineği kanadından vuracak kadar da keskin bir nişancıdır.
Birisine bir şeyi yakıştırmadığımız için yaşıyoruz ya hayal kırıklığını düşününce belki de tamamen kendi şahsi sorunlarımızdır sebebi. Belki de sorun bizim ona bunu yakıştıramamzdır. Aslında o hep öyledir, bizim algımızdır bizi yanıltan. Aşktır,dostluktur bize “ o yapmaz “ dedirten.Aslında yapar, aslında herkes her şeyi yapar. Üstad’ın dediği gibi “ ben dünyaya karşı durmak ile meşhurum...” Bu yalnızlıktır işte. Hepimiz yanımızda bizim için öleceğini söyleyen sevgililerimizde, senin için her şeyi yaparım kardeş diyen dostlarımızda olsa bu dünyaya tek başına karşı duramadğımız sürece hep bu dünyanın altında kalacağızdır. Çünkü herkes kendi için yaşar. Bu doğal bir refleksidir insanın hayata karşı tutunduğu. İnsan ister istemez kendisini korur kollar.Hayal kırıklığı kaçınılmazdır bu yüzden. Hayal kırıklığı insanların çıkarlarının farklı düştüğü noktadır.
 Kendi yoluna gidmet için ayrılan iki sevgilinin ellerini bırakmadan önce son öpüştükleri yer hayal kırıklığının evidir.

Bir sürü hayal kırıklığı yaşadım;dost, aile, sosyal hayat,ıvır zıvır... Herkesten farklı müthiş acılar değil kastım herkes kadar yaşadım. Öyle acılarla dolu bir yaşamım olmadı ama dünyanın en mutlu insanı da değilim. Benden bir şeyleri saklayıp sonra kokusu çıkan sevgililerim oldu, şimdi nasıldırlar bilmiyorum. Giderken onlara siz beni değil kendinizi aldatıyorsunuz aslında demek istedim,gülerler diye söyleyemedim. Oysa klişe de olsa gerçek bu değil midir?  Hayat bu hiç bir şey gizli kalmaz. Ufak anlar, saçma egolar, küçük mutluluklar için insan ; sevdiği insanları küçük düşürmekten onları kandırmaktan nasıl geri duramaz anlayamıyorum. Ama oluyor işte insanız, herkesin duygularının şiddeti bir olmuyor.
Bildiğim bir şey var ama gerçekten çoğu şeyi sevmiyorum ben. Çoğu şeyi hak etmediğimi düşünüp yediremiyorum kendime. Bu gün olan dün yaşanmış bir olayla ilgili değil bu. Sadece son zamanlarda şöle bir bakınca hayatıma herkes hayalkırıklığına uğratıyor beni gibi geliyor. Annem de yarın bir gün ölecek, al sana nur topu gibi bir hayal kırıklığı daha.Bu sebeple işte büyüme zamanı Olga diyorum. Kimsenin ne yarana üfleyeceği vardır, ne kabuğunu öpeceği. Büyü ve savaş kendi kendine. Dünyaya karşı durmak ile meşhur ol, kır burnunu, sök ciğerini... Hayatında her şeyin olabilir,ama kimsen yoksa bir hiçsindir. Hayatında hiç bir şeyin olmayabilir, ama biri vardır geri kalan her şey zaten senindir.
Saçma serbest çağrışım bir yazı bu. Bazı insanlar özel günlerde eğlenir bazıları dertlenir. Ben özel günlerde hep dertlenen adamlardanım. Bu gün benim Tuba ile 1. Yılım. Ne saçma. Geçen yıl 25 kasım sabahı başka bir kız arkadaşım varken, akşamında başka br kız arkadaşım  oldu. Geçen yıl tam da bu gün hayatımın seyri değişti. Nereye gidiyor bilmiyorum, nereye gider bilmiyorum. Ama koca bir yıl doluverdi işte. Bütün hayal kırıklıklarımı unutmak istediğim yere taşınalı bir yıl oldu. Bir yıldır yeni evimdeyim. Ama illa ki bir eve yeni taşınınca düzen oturana kadar seni hayal kırıklığına uğratır. Önemli olan evin kendini affettirip sevdirmesidir. Önemli olan evin artık düzene oturduğuna seni inandırmasıdır.  Bende gönül rahatlığı ile kalabilirsin demesidir. Çünkü bir erkek birisini evi gibi görüyorsa bu kötü olan her şeye karşı onun yanında mevzi alıyor demektir. Ve bir savaşçıyı göğsüne doğru gelen değil, ense kökünden giren kurşun öldürür.
Bir yıldır her gün seni seviyorum. Kalbim eziliyor ama... Affet yaşamak başlı başına bir kavga işte. Her zaman güçlü kalamıyorsun. Ayakta kalamıyorsun. Ama inan bana... Öyle yani sadece inan bana.Çünkü eğer etrafında inanacağın kimsenin kalmadığını bilirsen hayato kadar boktan oluyor ki 55 yaşında kendini öldürmek istiyorsun.
Seni her gördüğümde kalbim yırtılıyor.
Evimsin.



Küçük çocuklar gibi şendir dilim, ağzının içinde
Ordan oraya koşturuyor olmasının sebebi.Heyecan!
Ve sırf itikati noksan diye kovulurken şeyhimiz tarikattan
Unutulmuş bir borcunun hatırlatılması gibi bir düş kırıklığı
Yaşarız biz.Tüm cemaat.
Ve cimri bir anne sütü bile sakınır bebesinden
Hey hat.
Çıkar acısı ama elbet... Ebesinden.

Gel beraber şerh düşelim hayata
Seni öptüğüm yerinden çoğal. Durmadan çoğal.
Kasıklarında gezinen karıncalar,
Memelerin en lezzetli yerin,kundaktaki bebek gibi ilgi ister
Sallarken kalçalarını bir sağa bir sola ne etkileyecisin.
Dans edelim hep  hiç inmeyelim bu pistten.

Apartmanlar infilak eder,yanar çöp kovaları
Sen inice şehre,
Ve yalankonuşursa o ağızlar. Ölürüm ben
Sinemalar hep birden Yılmaz Güney oynatır
Pür neşe çocuklar ilişir yanımıza, parklar toplu mezar
Bağırsaklarını söküp genç bir bayanın,
İp atlar çocuklar
Bıyık bırakırım benherkese inat,
Zaten bir seni bırakamam.
Bir seni bırakamam yedi düvel gelse üzerime
Bırakamam... Bana inan



18 Kasım 2011 Cuma

Yarın SMMM var bugün cumartesi...

Bir gün döneceğim sana
Hem nasıl dönmeyeyim evim sensin
Bir tebessüm patlar ya dudaklarının kenarında.
Hani yatarız yere, sanarız üstümüze yağar kurşunlar
İnan kimse senin gibi gülmüyor .Çok özledim

Sahi  ne güzel gülüyordun eskiden
Eskiden kelimesi başlı başına acı taşıyor
Eskiden, eskiciler,eski...
En çok annem turuncu kotumu eskiciye verdiğinde ağlamıştım
Turuncu kotumu çok özledim.

Kal  desen kalırım,
Hanidöner tümnamlular bana.
Tabancamı unutmuşumdur helada
Başım katiyen belada
Ben herkesten önce seni özlerim.

Evim sensin ne kadar uzağa gidebilirimki
Bakma suratımı asışıma, bakma bakarsan asamam hem
Elbet dönerim bir gün, merak etme
Hem nasıl dönmeyeyim sen evimsin
İki göz bir ağız evim... Dünyalara bedel.
Bir ihtilal çıksa bayraktan önce sana sarılırım.
Savaş sen ölünce biter çünkü, sen yaşıyorsan kazanmışız demektir.
Fazla zorluyorum mukadderatı,hayatın posasını akıtıyorum ağzımın kenarlarından.
Şapur şupur.
Şarkıdaki gibi yani sevgi emektir.

Günlerden cuma ama elimde cumartesi
Hayat hep mi çelişkiler dolu anlamıyorum.
Bir rüya görüyorum kaç gecedir
Bileklerim kesik
Annemin ise
biliyorsun işte annemin kalbi ...

Dönen dünyanın dönmeyen tek şeyi başım mı
Hayat hep aynı fakatartık dahaçok üzülüyorum
Sebebi yaşım mı
Bilmiyorum.
Seni.
Çok.
Öz...
Seviyorum.
Hala.
İnatla.
Bitti

4 Kasım 2011 Cuma

unutma iki kişi bir ipi kendilerine doğru çekerken ipi bırakan değil çekmeye devam eden yere düşer.

Sevgili İrina;
Gittiğin günden beri tarifi mümkün olmayan acılar yaşıyorum. Münferit bir itaatsizlikle, kamu malına zarar verme ihtiyacının birleştiği noktada gezinen ruh halim an itibari ile bir kılıç ve bir kovaya ihtiyaç duymaktadır. Doğru bildin, un kurabiyem.Kılıç insan ziyanlarının kafalarını boyunlarından ayırmak için, kova ise pek çok sevdiğin mürdüm rengi halılarımız kan olmasın diye. Kılıcımı haysiyetleri yoksun olanların döşlerine sokup iç organları arasında gezdirirken bir hayal et beni, sana yemin olsun biricik İrina’m çayımı karıştırır gibi sakin olacağım. Dudaklarının tadını o kadar özledim ki yerini tutmasa da her bulduğum fırsatta dudaklarıma reçel marmelatı sürüyorum. Yeni yemiş vermiş ağaçlar gibi saçlarından bahar dökülüyordur şimdi, annem gibi şüphesizim bu gerçeklikten. Hatırlıyorum nasıl da pür neşe koştururdun evin içinde, ne vakit kapı çalsa.Sen yokken her çalan kapı için şakaklarıma bir kurşun sıkıyorum. Şansıma sevgilim gittiğinden beri gelenim gidenim yok.
Yaşamam sevilmeme bağlı, ne hazin.
Gittiğin gün çok kötü bir rüya gördüm. Bir sürü insanlardı, ansızın sökün ettiler. Sordum neden geldiniz diye dediklerine göre canımı almak için gelmişler. Kapkaranlık olan odam bir anda bembeyaz oldu. Sanırsın zencilerin çalıştığı kömür ocağına, üstünden geçen içi süt ve beyaz insan dolu bir uçak düşmüştü. Bir saniye önce karanlık olan şimdi haddinden fazla beyazdı. Hayat tezattan beslenen bir canavar gibiydi sevgilim, hayat güzelliklere mani olan bir alışkanlıktı Allah nezdinde. Hayat ne olduğunu bilmeden içilen bir bardak dolusu irinden daha az lezzetliydi. Baktım ki ele geçirecekler beni, anladım ki atlarının arkalarına bağlayıp cansız bedenimi şehir şehir gezdirecekler, tam o saniyede ne hikmetse yüzüğümün içinde taşıdığım zehiri yudumlayı verdim.  Sevgilim ölmedim lakin, çünkü sana söylemedim ama gittiğin gün söz verdim ben.
Rahleden de inse yer küreye, seni bir daha görmeden İrina’m bu canımı vermeyeceğime..
Bir ip düşün sevgilim, iki ucundan iki kişinin asıldığı ve son gücü ile kendilerine doğru çektiğibir ip... Biz o ipin iki ucuna geçmiş, kendine doğru çekmekten vazgeçmeyecek kadar inatçı, ortada buluşmayı reddedecek kadar gururlu insanlardık. Bu sebeple yorgun düştük yaşarken, inadımızın kurbanı olduk belki kimbilir,iki ucundan asılıp bir an bile bırakmadık ipi. Lakin bazı zamanlarda sen ağır bastın, ip elimden kaydı.Bu senin daha güçlü olmandan değil benim sana olan zaafımdan kaynaklanıyordu lakin. Senin gözlerine bakıp daldığım bir anda elimden kayıvermişti ip. Haklısın sen kazanmıştın, ama unutma iki kişi bir ipi kendilerine doğru çekerken ipi bırakan değil çekmeye devam eden yere düşer. Sen kazandığını düşünürken kaybedenlerdensin aslında. İrina’m düşündüm de pütürlü dudaklarından ziyadesini hiç özlemedim.
İrina ben galiba artık seni sevmiyorum.
Hassasiyetlerime özen göstermeyişinden hariç,beni canından bir parça gibi görememendi sorunumuz. Çaya lüzumundan uzun süre batırılan pötibör gibi beklenmeyen bir şekilde dağılmamızın tek sebebi, tutkalımızın sandığımız kadar kuvvetli olmamasıymış, bu gün anlıyorum. Oysa omuzlarına dökülen hafif dalgalı saçların beni her türlü çılgınlığı yapmaya anında ikna edebilirdi. Yüzüne bir kalem yardımı ile çizildiğine emin olduğum gülüşün ne umutsuz ki, artık bir seraptan ibaret. Seni sevmiyor olmam aşık olmadığına gelmez İrina’m.
Aşk ile sevginin ne alakası var ki,saçmalıyorsun.

Aslında anlatacak çok şey var ama üzgünüm sevgilim hiç gücüm yok.
Kendine iyi bak.
Seni hep çok seven ve sevecek olan...

25 Ekim 2011 Salı

Suratına bir çakı ile tebessümçizecem. Belki adama benzersin

Haberler bazen ne kötü şeyler söylüyor anne
Çoğu kötü şeyi ne sıradan söylüyor hatta
Düşünsene yer kabuğu yaptığın portakallı kek gibi çatlarken
Ve kaynarken yer küre aşure kazanı gibi
Üzüm yerine insan, buğday yerine insan, kayısı yerine insan
Ve çoğu insan üzülmüyor bile anne biliyor musun
Sebepleri sözüm ona cenaze evinde konuşulan farklı lisan

Anne bu insanlar müslümanmış bir de öyle diyorlar
Allah’ın adı ağızlarında küfür gibi itici
Bu ağız nasıl güzel şeyler söylesin ceddinizle ilgili
Sakalına tükürdüğümün itleri
Bu el nasıl uzansın size,vallahi yanar kor olur
Sen bana böyle öğretmedin anne, iyi ki de öğretmemişsin
Bu yaşımda sahip olduğum her beyaz yalnız bir milletin gölgesi
Yüzümdeki kırışıklıklar bu topraklardan geçen tankların ayak izleri
Kaşlarım aşşağıya doğru düşüyorlar, yorgunluktan
Gözlerim iki keleş mermisi
Dudaklarım birbirine kenetli, dişlerim harp gazisi
Ellerim tabut,
Dilim ölü başında yakılan kürtçe ağıt
Aklım ağır,tırnaklarım harap derim kara
Bu topraklarda savaşı ne sıradan bir şey olarak öğrendik biz.
Oysa savaş orkide beyazı teninde açılan
Çiğ et morundan koyu bir yara.

Anne kar yağacak diyorlar üç güne kalmadan
Bir sürü insan ölecek, üstleri beyaz çarşaf
Aşktan da bir umudum kalmadı, barıştan yana zaten hiç yok
Bilmiyorum aşk olmadan nasıl sarılır bir kavmin yaraları
Anne şuramda sen varsın, şuramda Van
Gece üçte açılır yaram, pıhtılaşmaz kan
Savaştan medet umuyor dürzüler ne fena
Oysa her dil nasıl ayrı güzel,
Her kavim kendince nasıl da gül kokuyor
Silah tutmaya meyillerive bitmez öfkeleri ile
Anne bu faşistler bizden nasıl da korkuyor.

Size bir küfür hazırladım ben kurdelesi siyah
Açarsan paketini yüzünüzde patlar
Bir kere alışmış kana hiç olur mu iflah
İnşallah evinizin üstünden geçer tanklar

Anne bunların hepsini toplayıp bir odaya...
Anne burdan sonrasında kulaklarını kapat
Kin nasıl çirkin bir haldir oysa, bilirim sevmezsin
Medet ummak ne mümkün Allah’tan, ona hiç güvenmiyorum
Kendi işimi kendi başıma görmem lazım ondan açtım fermuarı
Anne bundan sonra gözlerini de kapat
Van’ı lüks semtlerde ki serpme kahvaltıdan ibaret sanıp
Ölenin arkasından üzülmeyip de
Kıldığı namazı ibadet sanıp
Ölüye sevinenlerin kalplerindeki cerahati akıtmak için döneceğim geri
Elime bir Zülfikar alıp.
 
Annen neyse üzme sen kendini
Kanları üç kuruş etmez puştlar sevine dursun
Edebiyat kaygımı bir kenara bırakmanın verdiği rahatlıkla
Şahane küfürlerim var hepiniz için.
Merak edenler beni arayıp bulsun.



19 Ekim 2011 Çarşamba

Palmiye ağacı

Gözüm bir yerden ıssırıyor seni, yoksa sende mi mersinlisin?
Şeyi tanıyorsundur o zaman kesin sizin bir üst dönem
Bende kimseyi görmüyorum ne zamandır, hayat işte insanlar dağılıyor
Bilmem mi hiç,sahi o nerede okuyor şimdi?
Benim de uzadı işte ama inşallah bu sene bitecek
Di mi olsa da yesek, üstüne bir de künefe of ki ne of
Dudakların ne biçimli senin,
Tacizime hafifletici sebep olacak kadar etliler.
Sıkıldım İstanbul'dan oysa ki ne kadar da
Büyülü gelirdi bu şehir bize eskiden.

Buralarda bildiğin bir palmiye ağacı varmı
Altında modern bağdaş kurup gelenekçi bir tavırla ayakkabılarımızı sıyıralım
Utanıyor olmanne saçma
Eminim ayakların çikolata sosuna batırılmış çilekler kadar tatlıdırlar
Benim de çok iyi değil aram bu aralar ama
Bu kadar kızdıklarına göre eminim annengil haklıdırlar.

Bildiğim bir yer var benim istersen götürürüm seni
Bir Mert'in yerini tutmaz ama tantunisi fena değil
Sakın sana asıldığımı düşünme, sadece yardımcı olmak istiyorum
Gözlerin çok güzel diye hep haklı mı olacağını sanıyorsun
Oldu memelerin çok şekilli diye hemen yumulmak isteyecektim bende
Hadi oradan. ben sendenhiç hoşlanmadım ki.
Yine de saçlarının Mersin gibi kokuyor olması direncimi kırıyor.

Mücadele edemiyorum kabul.
Dilleri künefeden tatlı, teri Akdeniz'den tuzlu kadın
Sahi hiç sormadım neydi adın
Mühim değil boş ver
Ama bil ki zembereğim boşalıverdi Kadıköy'de benim
Biliyorum hikayede bazı açıklar, bazı yalanlar var
Farkındayım
Savaşın sonunda sancağımız düşmesin istiyorum sadece.
Sırf bu sebeple güveniyorum sana.
Çocuklarım senden başkasına anne derlerse hepsinin boğazını keseceğim
İnan bana.

Busavaşı başkatürlü kazanamayız.
Vecd ile öpüyorum dudaklarınızdan.

16 Ekim 2011 Pazar

yağmur

Ne zaman yağmur yağsa yollara düşme isteği uyanıyor içimde. Kendini hiç bir zaman bir yere yahut birisine ait hissetmeyenler anlar belki beni. Hiç bir yer gerçekten evin değilse gitmek aslında bırakmak sayılmaz; yanlış mı düşünüyorum?
Ne zaman yağmur yağsa yollara düşmek geçiyor içimden. Sigara içmek istiyorum. Şiir okumak istiyorum. Elim genel de hava yağmurluysa Nazım’a gider ya da Ahmed Arif’e. Sanki mahpusa düşmüşümdür, karanfil kokuyordur cigaram,havanın kapanıklığı yağmurun sesi zihnimi deşeliyordur ve beni bilmem kaç günsonra beni ilk defa güneşe çıkarmışlardır.
Ne zaman yağmur yağsa, sanki anahtarı hep içerde unutmuşum gibi hissederim. Sanki bu gün işlenen günahlar kaydedilmez gibi düşünürüm. Sanki bu gün Allah’ın işi başından aşkın gibi gelir bana. Kendi dertleri yüzünden açamaz bile gözünü; karanlık ondandır. Ağlar hafif hafif yağmur odur. Bu kadar acı çekerken biz ile ilgilenecek bir zamanı ya da gücü olmadığına iddiaya girerim isteyenle.
Ne zaman yağmur yağsa gitmek isterim. Düşününce dünyadaki rakiplerimin nereden baksan yüzde sekseninin benden ya yakışıklı ya zengin ya ünlü ya daha görgülü olduğunu anlarım. Böyle anlarda gitmek daha da kolaylaşır. Hayatta alınan her doğru karar bir anlıktır. Bu bir ergenlik zayıflığı değil, yanlış anladınız. Gidememek en çok geride bıraktıklarını düşünmek ile alakalıdır.Ama bilirsen ki geri de bırakacağın kimse senin yasını tutmaz çünkü her şeyin daha iyisinin hemen bulunabildiği bir dünyada yaşıyoruz, elini kolunu sallayarak gidersin. İnan bana.
Ne zaman yağmur yağsa elektriklerin gitmesinden korkarım. Mersinde toprağa damla düştümü elektrik kesilirdi çünkü. Bir de Mersin’de yağmur böyle açık havalarda güzel güzel, ipek gibi pek yağmazdı. Yağardı ama genelde yağdığı zaman zifiri karanlık olurdu hava. Bulutlar cimciklenmiş et gibi mosmor olurlardı. Şimşekler florasan lambalar gibi göğü yırtar, flaş gibi patlardı dağların kucağında. Ben nasıl korkardım küçükken yağmurdan. Nuhun gemisi yoktu bizim mahallede soyum tükenecek sanardım.
Ne zaman yağmur yağsa mandalina soymak gelir içimden. Dedim ya Mersin’de hemen elektrik giderdi. Allah’tan bit pazarından alınan 20 saat giden şahane ışıldaklar vardı. Bit pazarından alınmasının sebebi gerçekten en kaliteli elektronik eşyalar orada bulunurdu. Biz Mersinliler olarak Media Markt mış Koçtaş mış çok sonra öğrendik.  Her neyse elektrik gidip ışıldak yandı mı annem hemen zaten mutfakta ki masanın üzerinde plastik bir kasenin için de durmakta olan mandalina ve portakalları getirir soyardı. Ben portakalları soymadan halka halka keser kabuğunu sıyırarak yerdim. Dudaklarımın kenarları nasıl sızlardı. Lanet bir acıydı. Annem elini yıka derdi. Bilmezdi ben elimi hep yağmur damlaları ile yıkamaya çalışırdım. Elimi biraz sabunlayıp odamın penceresinden yağmurun altına tutardım. Ben lise sona kadar her yağmur yağdığında elimi yağmurla yıkadım.
Ne zaman yağmur yağsa bir gün önce camları silen anne gibi küfürler yağdırırım kadere. Arabasını yeni yıkamış birbaba gibi dertlenip kanepenin köşesine sığışmak isterim.Bazı insanlar kendilerini güvende hissetmedikleri anda küçülmek isterler. Büzüşüp ufacık olup bir yere tıkışmış olma hissi güven verir. Kafalarını dizlerinin arasına gömüp cenin gibi durmak dışarıdaki kötü şeylerden korunmasını sağlar gibi hissederler. Ne zaman yağmur yağsa nokta kadar küçülüp bir cümlenin sonunda durup benden önceki tüm kelimeleri sırtlamak istiyorum bende. Benim imlam tümden bozuk.
Ne zaman yağmur yağsa, aklıma katalitik sobalar gelir. Dibine geçip otururdum sobanın ama sadece hangi yönüm ona dönükse o tarafımı ısıtırdı. Hatta ısıtmak ne ki yakardı.Diğer tarafımı dönerdim sonra. O tarafımda ısınırdı. Isınmak için sobanın önünde dans ederdim adeta.
Ne zaman yağmur yağsa gitmek istiyorum. Çoğu zaman yağmasa da gitmek istiyorum. Başarısız; bir bok olamamış bir adam gibi hissediyorum yağmur yağınca kendimi. Yağmur yağmayıncada hissediyorum bazen. Öyle hissetsem bile etrafımdaki beni sevenlerin söyledikleri iyi şeylere inanıyorum. Fakat bazen yağmurun yağmadığı güneşli günlerde bile duyuyorum çirkin yetersiz bok gibi küfürbaz kompeksli br adam olduğumu sevdiklerimden. Açık açık demeselerde öyle bakıp, öyle gülüp öyle öksürüyorlar. Ya da ben çok alınganım. Belki de senin kişisel komplekslerin ve zayıflıklarındır onlar, sanki herkes sana bakıyormuş gibi hissedersin ya bir yerinde yara varsa onun gibidir belki; dediğinizi biliyorum. Farketmez diyelim ki öyle dediğiniz gibiolsun. İşte o sevdiklerimden kötü şeyler duyduğum güneşli günleri takip eden ilk yağmurlu günde de gitmek istiyorum ben. Güneşli günde gitmek istemiyorumçünkü yokluğumu hemen farkederler ama sanki yağmur yağarken gitsem güneş açana kadar yokluğumu farkına varamazlar gibi geliyor.  
Artık büyüdüm. Ellerimi yağmurda yıkamıyorum. Ama içtiğim sigaranın dibiniyağmurun altına tutup biryağmur damlasının gelip koruna düşüp onu söndürmesini bekliyorum.
Ne zaman yağmur yağsa erkenden uyanıyorum.

1 Ekim 2011 Cumartesi

                        SER-ENCAM

                                                              Sana bir sır vereceğim;
                                                                            zaman sensin.
                                                                    
                                                                            Louis Aragon


         Bir şiiri burada terk edelim.Beraber
         Ki dudaklarını bana uzatman ne büyük bir lütuftur.
         Diş izlerin mor hem; dudaklarımdan biliyorum
         Sarılsam sana anadan üryan
         Sen ve ben o vakit li-maallah
         Bir de dokunur tomurcuk memelerine avuç içlerim
         Geçerim beşerlikten, olurum fenafillah.

         Bir şiiri burada beraber.Terkedelim
         Damar maviyken kanın kırmızı olması ne tuhaf 
         Bana bir şey söylemene ihtiyacım var
         Biliyorsun imanım az, bilincim araf
         Kapatalım tüm kapıları,
         Bir ben mi korkuyorum yabancılardan.
         Saçlarını bilhassa tepeden topladığını biliyorum.
        
         Bir şiiri beraber terk edelim.Burada
         Yapma lütfen, arkanı dönmen hainliktir
         Kays kim oluyormuş derdim çığ benim
         Rengin beyaz, izin mor, gölgen siyah
         Etim etine mecbursa suç kimin.
         Şans;
         Paspasın altında anahtar bulmak demektir.


28 Eylül 2011 Çarşamba

Baba İstanbul'da sanat diye bienale gidiyorlar. Ben de gittim lakin hiç bir şey anlamadım.




Kendimi ispatlamaktan henüz vazgeçtim
Ellerim ıslak, saçlarım terli
Tırnaklarım kırık…
Tüm dünya el birliği etmişçesine bana karşı duruyor
Henüz terk ettim bir cinayeti oysa ki ben
Silahım kayıp, dizlerim kabuk
Gözlerim kısık…
Bir rüyayı hiç uyumadan görmüşüm gibi
Ki bu rüyanın tüm mantığına çelişki yaratır
Suratım kireç, dilim düğüm
Kalbimin pusulası bozuk…
Oysa o kadar çok seviyorum ki;
İstiyorum ona olan düşkünlüğüm çarşı pazar dillendirilsin
Baba çok okuyan da adam olamıyormuş bunu bu gün öğrendim
Baksana koca koca hakim amcalar ne buyurmuş:
Herkes tecavüzcüsüyle evlendirilsin

Baba ben çocukken bilhassa sorular sorardım sana
Bilmediğimden değil sırf sen konuş isterdim
Şimdi kime ne sorsam cevabı kendim veriyorum
Cevabını alamadığın sorular çoğalıyor baba
Artık parmak uçları sigara kokan kimse yok beni uyutsun
Biliyorsun okul bitti haftaya iş başlıyor
Ben hala durmadan bir şeylere kırılıyorum.
Huyum kurusun.

Ahmet Kaya ağlayamaz bilirim yüzünü döker gider
Baba ben o kadar çok ağlıyorum ki
Korkuyorum görsen oğlundan utanırsın
Sen sırf baba olduğun için ağlamıyorsun hiç
Çünkü her baba gibi ağlarsan
Oğlundan utanırsın

Baba tut elimi karşıdan karşıya geçelim
Ona güvenmiyorum hiç; elimi bırakabilir
Mesela kavga etsem girmez bile belki
Halbuki sen girersin eminim.
Baba gel seninle kozalak toplayalım mangal yakmak için
Baba benim köftelerim çok pişmiş olsun
Annem söyledi telefonda üşütmüşsün
Babacım çok geçmiş olsun

Baba şemsin gözünden yaş
Senin sakalından bal damlıyor
Kırmızı bir tayımız olsa adını Zafer koyardık
Ve inan bana konu sensen Şems bile çuval dolusu boş laf
Baba onun dolgun dudaklarına da itikatim yok
Şekilli kalçalarına da
Allaha’a da imanım az
Baba ne olursun al şu kağıt kalemi ve bana
Allah’tan daha anlamlı bir kelime yaz

Baba senin haberin yok ama hayatımız çok zor bizim
Yeteri kadar paramız yok,
Sağlığımız da bok gibi
İki kişi gibi konuşuyorum çünkü biliyorsun Tuba var
Onunda kötü gidiyor her şeyi
Bacağı hemencecik kırılıverdi inanabiliyor musun?
Babası ile de arası kötü. Tuba çok üzülüyor
Baba sevgilime de baba olur musun?

Baba sizi çok özledim
Annemi kardeşimi ve geri kalan herkesi
Her şey kötü gidiyor dedim ama iyi giden şeyler de var
Tuba’nın diz kapakları mesela
Cümle sonuna konmuş nokta kadar küçükler
Ve pamuk şeker kadar tatlı
Sıyırıyor eteğini baldırana kadar
Aklım beşik gibi sallanıyor, gerisi hiç mühim değil
Hem ben herkesten çok sana güveniyorum
Biliyorum kızacaksın bana ama Şemse yazdığı şiirleri okuduğumdan beri
Mevlana’nın gay olduğundan şüpheleniyorum.

Baba her an evlenebilirim.
Tetikte kal.
Sağlıcakla.

17 Eylül 2011 Cumartesi

Allah ile bir dargın bir barışığız.

Allah bu günlerde bana karşı çok gaddar
İncecik bir ipte raksa zorlanmış alkolik palyaçoyum
Altım aslan kafesi
Padişahın sarayından sürülen bir cüceyim belki de
Padişahım çok yaşa!
Şu köşede kıvrılıp yatamaz mıyım yine de

Allah bu günlerde bana karşı çok realist
Babamın saçları beyazdan geçilmiyor
Faturalar desen diz boyu,
Annem üflesen düşecek garibim uçurum kenarında
Sağlık! kim kaybetmişte biz bulalım be hey dürzü
Sen sevgilim! yinede gir koluma

Allah bu günlerde bana karşı çok unutkan
Bütün dualarımı duymazdan geliyor
Bürokratik sorunlardan ertelendiğini düşünmek istiyorum
Kim bilir belki de melekleri çok meşguldür.
Allah’ım yine de yaparsın isteklerimi sana cezerye getiririm
Güven bana Mersin’in cezeryesi pek meşhurdur

Allah bu günlerde tamamen bana karşı
İnönü’ye deplasmana gelmiş bir avuç İsrailli kadar korkuyorum
Sanki birisi sırtlayıp tüm dünyayı
Şaka olsun diye kucağıma bırakacak
Sevgilim var bir tek. O çok sever beni belli edemezse de
Ne yaparsın ama işte hayat bizi bir müddet ayıracak.

Allah bu günlerde bana karşı çok hassas
İki liraya alınan cam bardak gibi her an kırılacak endişesi
Kendine has cezalandırma metotlarını düşündükçe korkuyorum
Biliyorum gözü hep üzerimde sakallı bir amca o
Üstünde şile bezi
En ufacık şüpheye düşsem ondan anında vuruyor sopayı
Dedim ya Allah bu günlerde bana karşı çok duygusal
Zorlasam da olmuyor kendimi. Affet!
İsteklerin ikibinli yıllara nazaran çok marjinal

Ben bu günlerde iyi bir şeyler hissediyorum Allah’a karşı
Sevmekten fazla ne yapabilirim senin için. Bilmiyorum
Hem biliyorum çiçek dediğinin dökülmesi kadar açması da olağan
Ve ne mutluyum ki dişlerin dudaklarının içinde ilelebet
Kalacak payidar.
Hassasiyetimi anla sevgilim.
Dişlerin bize eski bir kavimden yadigar.
Hem Allah’ın İsa’yı benden çok sevdiğine katiyen inanmam.
Ben O’nu İsa’dan çok sevsem hoşuna gider mi hiç!
Mesela sen beni daha az sevsen ben hiçbir şeye dayanamam
Saçmalama!
Sen yokken ki acımı dindirmek için bir bismillah yeter mi hiç!
Allah ile bir dargın bir barışığız.
Belki de bu yazdıklarım hoşuna gitmeyecek hiç
Ama anla beni sen ki her şeye can üflemişsin
Bilmezmisin ki başa gelen kötü herşey hırstan olur
Seni ne kadar sevdiğini söylememe gerek bile yok.Biliyorsun
Ama konu bensem sevgilim Müslüman olduğundan daha kıskanç olur
İşin özü bu bir barış çubuğudur.
İstiyorum ki kozmos bir az da bize kafa yorsun
Bende üstüme düşen her şeyi yapacağım söz.
Yalnız bir şeyi daha merak ediyorum.
Ben kanepede dertli dertli dönerken sen rahat yatıyor musun?
O değil de gerçekten altımıza odun atıyor musun?

Seni seviyorum.

7 Eylül 2011 Çarşamba

Bir gangster ne ister hayattan

Bir gangster ne ıster hayattan
bıraz alkol bir silah biraz kadın
her gece aynı saatlerde düştüğü bir bar olsun
içinde eşi dostu
belinde silahı önünde alkolu
yanında biraz kadın

Bir gangster ne ister hayattan
bela ister mesela
adaletin tecellisi için haksızın eceli olur
bir sigara yapar akşam oldu mu kendine balkonda
dertlenmez mi
boncuk boncuk döker gözlerini bir başına
belinde silahı olur
önünde alkölü aklında biraz kadın

Bir gangster ne ister hayattan
ölmüş annesini ister mesela
çocuğu olsun ister adını yiğit koysun
annesi olsun yiğit'in
bundan sonra sıktığı her kurşunun bir anlamı olsun
her şey güzel gelir ona o vakit
bekler yavaştan akşamı
elinde silahı yanında kadını
aklında biraz alkol


Bir gangster ne ister hayattan
Allahtan belasını ister farz-ı misal
bok yolundan gıdenın sonu hak yolu olurmu
hiç adam sende
bir köşe başında sırtından vurulmak ister
çünkü böyle ölürse yanında kurşun sıkanı da götürmüş olacaktır
arkadan sıkmak biraz da kendine sıkmaktır
düşer bedeni yere, beyaz gömleği kan
belinde silahı, aklında kadını
fikrinde biraz alkol

Ben gangster falan değilim ne isteyebilirm ki hayattan
silahlara heves ettiğim doğrudur
ama sana düşkünlüğüm daha fazla
istediklerimi silahsız nasıl alırım hayattan
orası tam bir muallak
ama sorarsa bir şey? seni isterim
gangster de olsam seni isterdim hem
hep senin yanında olsam
aklımda biraz sen, fikrimde biraz sen
elimde sigaram.


alkol sigaradan daha zararlı ama
inan bana.

6 Eylül 2011 Salı

Hercümerç-



                            “Bilirsin meseleleri konuşarak halletmek iyidir  fakat ortalığı kan                                                       gölüne çevirmenin zevki de bambaşkadır”
                                                                       
                                                          Korkma Ben Varım (Murat Menteş)






            Akdeniz’in güzel gözlerine çekilmiş kalemdir Mersin.
            Bomboş bir kağıda cetvel yardımı ile düz bir çizgi çekin işte tam öyledir.
            Dağların denize paralelliğinden çok yakınlığı şaşırtır ilk gören insanı. Deniz ve dağların belki de dünya coğrafyasında birbirine en uyum içinde geçindikleri yer burasıdır. Yukarıdan baktığınızda ayaklarını denize sarkıtmış, güzel bir kadın gibi görünür gözünüze. Portakal ağaçları ve palmiyeleri ile, çoğu insanın kafasında olduğundan daha Akdeniz’li bir şehirdir. Kent boyunca uzanan sahili uzun bir cümlenin sona konmuş üç noktadır. Aslında devamı her zaman vardır. Yasemin kokularının altında hamak da uyumak siz gibiler için tatil planları içinde geçse de bizim rutinimiz böyledir. Limon çiçeği koksunu bilmeyiz çoğumuz, çünkü o koku toplamı ile Mersindir. O koku gelse burnuma “ aaa limon çiçeği demem ben, mersin derim”. Biraz yasemin, bir tutam da deniz tuzu isterim yanında…

            Türkiye bir rakı sofrası ise Konya ovası kavun tabağıdır.
            Türkiye bir rakı sofrası ise İstanbul beyaz peynirdir.
            Türkiye bir rakı sofrası ise Diyarbakır karpuz, Urfa çiğ köftedir.
            Türkiye bir rakı sofrası ise Adana şalgam, Karadeniz eriktir.
            Tek emin olduğum şey Türkiye bir rakı sofrası ise Mersin rakıdır.


            Ben Eren. 25 yaşındayım. Mersin’ de doğdum bu şehir de büyüdüm. Ufacık sokakları, yüksek binaları, lanet olası sıcağıyla büyüdüm. Hayatımın sadece üç yılını bu şehrin dışında geçirdim. Bir yılını askerlik için Hakkari’de, iki yılını ise İstanbul’da. Hayatımı benim kontrolüm dışına iten iki yılımı İstanbul’da yaşamıştım. İlk Harem’e indiğim günü hatırlıyorum da, sanki yıllardır görmediğim anneme kavuşmuş gibi oraya ait hissetmiştim kendimi. Sonrasında çok da hoş olmayan olaylar yaşadım. Bir şekilde döndüm geri. Ama geri dönüp geldiğim de artık ne annem vardı ne de babam. İkisi de ölmüşlerdi. Eski evimizi kapısı kilitli, perdeleri eskimiş ve kimsesiz bulmuştum. Tek katlı kendimize ait ufacık bir bahçemizin olduğu bu ev aileme mezar olmuştu. Mahalleye döndüğümden beri mahalleli bana iğrenç bir mahlukmuşum gibi bakıyordu. Ailesini öldürmüş hayırsız bir evlatmışım gibi davranıyordu. Şimdi de hiçbir şey olmamış gibi gelip ailemin evine çullanıyordum onların gözünde. Onlar da haklıydı dışarıdan tamamen böyle görünüyordu. Ama umurumda değildi.
            İlk bir hafta neredeyse zorunlu ihtiyaçlarım dışında hiç dışarı çıkmadım. Öylece yattım yatağımda. Düşündüm uzun uzun. Her tıkırtı da annem geldi sanıp uyanıyordum, babam geldi sanıp ağlıyordum. Bir hafta geçirdim böyle.
            Sonra bir gün evin bahçesindeki küçük asmanın altında oturmuş ayaklarımı da karşımda duran plastik sandalyeye uzatmış sigara içiyordum ki bahçe kapısının; kızı kanser olmuş bir kemancının son solosu gibi ince bir sesle aralandığını fark ettim. Kapıya arkam dönük olduğundan gelen kişinin yüzünü görmek için dönüp bakmaya çalışırken sessiz misafirimizin sesi duyuldu.

-          Vay amına koduğumun Eren’ine bak. Geliyor da abisine bir haber etmiyor.

            İster istemez yüzüm gülmüştü. Sesi tanımıştım ya geldiğimden beri ilk defa kendimi evimdeyim gibi hissediyordum. Güneş arkadan vuruyordu, dönüp sese baktığımda güneşten göz gözü görmüyordu. Sarıldım bir koşu. Beyaz ve tiner kokulu atletine gömdüm alnımı.          Ağlamak ne ki sol gözüm Fırat’a sağ gözüm Dicle’ye özenmişti.
            İkisinin ortası Mezopotamya’ydı.
            Dünya bir ev ise Mezopotamya yatak odasıdır.
            Karşımda duran sesin sahibi eğilip öptü alnımdan.
            Mezopotamya’ya ayak basan ilk Türk oydu artık.
            Yatak odama giren tek erkek olarak kalacaktı.
            Sersemlemiştim. İlk defa nicedir tanıdığım bir şeye tanık oluyordum.
            Sendeledim gerisin geri, ses beni bir sandalyeye oturttu. Bir süre sürmedi kendime geldim. Gözümü açtığımda sesin artık bir burnu iki gözü ve bir ağzı vardı. Turan Abi dedim. Ağlıyorum mu gülüyorum mu anlamasını beklemiyordum. Çünkü ne yaptığımı bende bilmiyordum. Masadaki paketten bir sigara çektim. Hemen ağzıma götürüp; elimde yanan kibrite denk getirmek için çabaladım. Gagasıyla solucan yakalamaya çalışan bir tavuğun ki gibi kafa hareketleri ile sonunda vurdum hedefi. Bir duman çektim sigaradan; artık vücudumun yüzde yetmiş sekizi su ve geri kalanı katrandı. “Eeee anlat” dedim. “Ben yokken neler yaptınız, Serkan piçi nerde, Veysel falan ne yapıyorlar.”

 Sakin olmamı söyledi.
Her şeyin bir sırası var hele nefeslen bir evlat dedi.
Bir süre susup onu izledim.
Artık evimdeydim.
Aceleye gerek yoktu. Zamanım çoktu

3 Eylül 2011 Cumartesi

Her Adanalının mersinde bir yazlığı vardır. kendisinin yoksa bile bir hısmının kesin vardır. mesela sicilyalılar için öyle değil ama.sicilyalıların yoktur


Yedi yaşına geldiğine bir Sicilyalı
Tetiğine ilk defa basar silahının annesinin memesini öper gibi
Adanalı ise topuğuna basar ilk defa ayakkabısının
Hasmını döver gibi
Öldürmekten keyif alır bir Sicilyalı
Adanalı ise
Biliyorsunuz işte
Ölüm onun için yaşamak kadar sıradandır
İtalya da pizzadır mafyanın yemeği
Adana’da ise şırdandır
Başka yerinde yapamaz toprağının
01 plakasını namus gibi taşır gittiği her yerde
Adana kebabaın yanında şalgam devadır
Başına gelen her derde


Bir filmde görmüştüm siyah giyermiş her Sicilyalı
Çünkü kan akıtmak en çok
Üstünde siyah varken karizmatiktir.
Bir Adanalı ise adam öldürürken karizmatik falan değildir.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

işte öyle bir şey...


Vecd ile seccadeyi öpen bir müminden
Daha inanarak öpüyorum seni
Muhabbetle öpüyorum,
Raksla
Sirkten kaçmış bir jonglörle içiyorum bir meyhanede
İkimizin de gelecek hakkında kaygısı büyük
Sensiz kavgaya girmek mi?
Asla
Alkol her değdiğinde damağıma aklıma sen geliyorsun
Seni öpüyorum kaybolmuş bir çocuk gibi
Öptüğüm yerlere okyanuslar doluyor, yüzümüz ıslak
Elimizde kılıç altımızda kısrak
Sen varsın ama yine de her şey mükemmel olamayabiliyor işte
Bir masa atıyorum balkona
Yanımda herkes var, masa da şalgam var
İyileri Hulusi Kentmen’le Sami Hazinses temsil ediyor
Kötü taraf ise daha kuvvetli
Erol Taş, Hüseyin Peyda…
Suratını mı asıyorsun yoksa sevgilim
Sevgilim suratını asıyor. Eyvah!

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Senden sonra bu sebeple...

Çığrından çıkıyor sen beni öpünce tüm sokaklar
Devrimin en kavi damarı ellerin oluyor
Alnaçı kan doluyor orta yaşlı muhkem bir binanın
Halbuki zincirlerle bir bina yapaduruyorduk biz
Kimseler gelip de devirmesin diye bir nefeste
Ve toplumu sivilleştiren sendin. Bizi özgürleştiren de
Senden sonra bu sebeple kelepçeli ellerimiz

Senden sonra bu sebeple…

Sana hiddetlendiğim doğrudur çünkü meyilim sana
Her şarkı olması gerekenden hep daha uzundur
Bir sürü kelime bir sürü tatava
Bir kelime gelip de bozar tüm huzuru

Senden sonra bu sebeple…

Ekmek kelimesinden daha ağır çekiyor dudakların
Kafir de olsa bir umudum var er kişi ufacık bebeği vurmaz
Bir kavimi tümden yok sayar gibi ilahi bir bozgun kalçaların
Hurma gözlerine bakıyorum ezan sesini duyar duymaz
,,,

Seni sevmek bende artık bir alışkanlık
Murat suyu gibi hırsla dökülüyor içime aşk
Ah bilmezsin sen aşk kandan daha akışkandır

Senden sonra bu sebeple…

Senden sonra bu sebeple silaha sarılıyorum
Sig sauer krom kaplı hemde
Çünkü olmanın verdiği tad yokluğunun verdiği acıyı karşılamıyor
Aşk biraz da gizli işte bu dengesizlikte
Dünyada kötü bildiğin ne varsa ama devir üstüme sen
İsnad olsun en temel gücün
Ne kadar pis bildiğin şey varsa yükle sırtıma
Elim yüzüm günah
Ve ayıp dolu hörgücüm


Senden sonra bu sebeple….


Mütabakat olmayacak aramızda bir güne bir gün
Aşkın doğası gereğidir zaten sonsuz savaş
Fezada asılı duran her yıldız düşer başımıza elbet.
Güm.
Bir kaplumbağanın hayatı gibi ölüveririz
Yavaş yavaş


Senden sonra bu sebeple….


Senden sonra bu sebeple üç nokta
Çünkü bazen zor olur tarif etmek yokluğu
Tahsil etmek için verdiklerimi kapı kapı dolaşıyorum
Yolun sonundayım artık belli ediyor her şey bana bunu
Herkes biliyor da gizliyor gibi gerçeği
Herkes lal olmuş, herkes ketum
Bu bir sokak savaşı değil sevgilim bu bir aşk filmi
Senin sebebinle yakıyoruz sokakları
Bir dilek tut ve üfle şu Molotof kokteylini

Senden sonra…
Bu…
Sebep…

14 Ağustos 2011 Pazar

Doksanlar yo yo yo

Yaşım itibarı ile her akşam mutlaka bir Kemal Sunal filmi izleyerek büyüdüm ben. Doksanlar neresinden bakarsanız bakın fazlasıyla Kemal Sunal demekti çünkü. Bu her Pazar akşamı Star Tv’nin başına geçip annemizden Parlıement Pazar gecesi sinemalarını izlemek için izin alma çabalarımızı yok saymıyor tabi ki de. Çok ağladım o Pazar sinemalarını sonuna kadar izlemek için. İzin aldığım seferlerin hemen hemen hepsi de zaten dayanamayıp uyumamla sona erdi. Olsun ama yine de duş aldıktan sonra katalitik sobanın önünde annemin pestilin içine sardığı cevizleri yerken bir taraftan da Parlıement kuşağını izlemek çok havalıydı benim için. Katalikten evdeki herkesin yanakları al aldı, sobanın dibine oturduğumdan hep bir yerim daha fazla ısınır sürekli yer değiştirmem gerekirdi ama uzaklaşsam da üşürdüm.
Katalitik soba ilgi isteyen şımarık çocuklar gibidir.
Doksanlarda her şey emek gerektirirdi. Saçlarımıza limon sürerdik mesela; en çok saçlarımıza özen gösterirdik. Saçlarımızdaki limon çekirdekleri ile manitacılık oynamak bir yana acele ile sürülmüş limon sonrası yıkanmayan eller de yapış yapış olurdu. Nereye dokunsak elimiz orda kalırdı. Limonlu saçlarımı en çok da kot takımımla tamamlardım. Kot ceket kot gömlek kot pantolon giyerdim ufacıkken. Altına da ışıklı spor ayakkabılarımı ya da yeşil kadife papuçlarımı giydim mi hey yavrum akardım mahalle de. Bir de ailecek gittiğimiz bir Antalya gezisi sırasında alanyadan aldığım kolyem vardı ki offf. Hani ailecek gidilen yazlık geziler vardır ya, babanız yanınızda askılı atleti altında şortu ve terliği ile gezerken annenizin babanıza göre çok daha süslü gezdiği tatiller. Kenan doğulunun o zamanlar taktığı ve Kenan Doğulu’nun adı geçince benim aklıma yüzünden önce gelen  güneş kolyesinin aynısından bulup almıştım. Güneş kolyemi de siyah bir lastik ile taşıyorum boynumda, gümüş çok lüks işti o zaman için.Nasıl takardım görseniz, neredeyse bir gün beden eğitimi dersinde kaybedene kadar hiç çıkarmamıştım.
Küçükken en çok o kolyeme bir de annemin eskiciye verdiği kırmızı bisikletimle ne hikmetse çok severek aldığım turuncu kotuma ağladım ben.
                Ben bu kadar süsleniyordum da kızlar boş mu duruyordu peki. Doksanlarda kızların en çok rağbet ettiği kıyafet topuklarının altından geçen bantlarla tutturdukları her rengi olan taytlardı. Hafif kabarık saçları ve rengarenk taytları olan kız tayfasının en büyük eğlencesi ip atlamak ve evcilik oynamaktı. Bizi hiç sevmezlerdi. Her ne kadar biz de kendimizi miskete topa tasoya vermiş deli gibi gece gündüz bir milleti “ütme” yada bazı yerler de “yutma” olarak söylenen savaşa adamışsak ta yine de aklımızda kızlar hep vardı. Misketler de tasolarda hep onlar içindi zaten. Taşların üstünde oturup bizi izleyen kızlara bisikletlerimizle havalar atma çabalarımızı kesinlikle bir dansa davet perçinlerdi. Şişe çevirme orta oku yıllarımıza denk düşerdi bizim, daha küçükken dansa davet bilirdik.
Kerim Tekin’in cici baba klibindeki gibi beş altı kişi gezen mahallenin gençleri sanardık kendimizi. Oysa henüz en büyüğümüz sekiz yaşındaydı.
Doksanlarda herkesin elinde bir tetris vardı. Gameboy tetris ve sonrasında çıkan sanal hayvan furyası… Kasetli ateriler vardı ki saatlerce kalkmazdık başından. Toplamda dokuz tane oyun olmasına rağmen her oyunun yüz farklı çeşidi olduğundan 999 oyunluk kasetlerimizi aterimize takar sonrasında unuturduk her şeyi. Sokakta top oynayıp terleyince ilk iş meybuz almak için bakkala koşardık. Bakkalda ki tartıda aldığı cipsleri tartan arkadaşım vardı içinde taso olup olmadığını anlamak için. Mahallece psikopattık.
Oynamak için alınan top önce bir yamuk mu değil mi diye döndürülerek havaya atılırdı. Ama asıl keyfi ilk alındığında filesinin içinden çıkardığımız andı. O nasıl bir mutluluktu Allah kahretsin. Dokuz kat pettop olmasına özen gösterirdik hiç olmadı kames de işimizi görürdü.

Burak Kut, Tarkan ve Tayfun arasından kendime bir çocukluk idolu seçmeye zorlandığımdan bu gün Justın’lere, Emınem’lere uyum sağlayamıyorum tam olarak. Ben üçü arasında bir ayrım yapamayıp üçüne de hasta olan bir adamdım. Sonrasında Suat Suna ve Kerim Tekin’i de çok sevdim şimdi doğruya doğru. Ama Tarkan hep bir adım önde oldu benim için. Tarkan’ı diğer tüm popçulardan ayıran şey gözleri ayrık dişleri seksi dansları değil “you are the best you are the yop” derken ki haliydi. Birisi çıkıp seksi seksi “you are the best you are the top” diyordu bizim milletçe aklımız oynuyordu. Doğrusunu diyene kadar en az bir sene uğraşmıştım hatırlıyorum. Aklımı tam verimli kullanamadığım zamanlardı. “You are the best you are the top” ı doğru söylemek bir yana daha bir çok şeyin doğrusunu aklımda uzun süre tutamıyor unutup tekrar başa dönüyordum.Zeki Metin ikilisini çok sevmeme rağmen ikisini hep karıştırıyordum. Zeki aslında Metin olmalı Metin’de Zeki olmalıydı gibi geliyordu bana. İsimleri nüfus müdürlüğünde karışmıştı sanki ikisinin de. . Herkesten farklı Barış Manço’yu hiç sevmiyordum mesela. Hatta nefret ediyordum. Öldüğü zaman bir sürü insan ağlamıştı ama ben zerre üzülmemiştim. İki Temmuz doksan üçte çok ağlamıştım ama ne olduğunu bilmeme rağmen. Ev ahalisi olarak çok üzülmüştük. Benim ki o kadar sürmemişti ama. Anneannemin deyimiyle topa gitmiştim ve unutmuştum yanan insanları. Çocuk olmak öyle bir şeydi birazda, mutluluk her zaman ağır basıyordu mutsuzluğa.
                Son olarak bir de cıne 5 gerçeği vardı ki baştaki tezimi doğrular nitelikte.
                Doksanlarda her şey emek istiyordu. 
                İki tane meme iki tane göt görmek için Cıne 5'in şifresini çözme çabalarımız bir neslin yaratıcılığını geliştirmişti desem doğrudur.. Susam Sokağı dönemini power rangers ile kapatan bizler  o dönemide erotik filmler oynatan Cıne 5 il sonlandırmıştık. Fakat Cıne 5 hemen hemen her elli evin birinde olduğundan genele hepimizin evinde bu kanal ilk on saniyeden sonra şifreye girerdi.Abilerimizden duyduğumuz tekniklerle şifreyi ne kadar çözmeye çalışsak ta olmuyordu. Buzlu camlardan tutun da aynanın üzerine traş köpüğü sıkmaya kadar bir sürü yöntem deniyorduk. Televizyonun önüne cam koyarak şifereyi çözeceğimize öyle bir inanmıştık ki anlatamam. Amacımız am göt ve meme görmekti. Şimdi o kadar kolay ki bu. internet hemen bir tık ile her şeyi veriyor bize ama dedim ya doksanlar emek isterdi. Nasıl ki facebook msn gibi sanal ortamı anında kerhaneye çevirebilecek güce sahip sosyal ağlar şu an her şeyi kolaylaştırıyorsa mırc da doksanlarda her şeyi bir o kadar zorlaştırıyordu.

               Sonuç olarak biz doksanlarda mücadele etmeyi öğrendik farkında olmadan. Bir de yıldızlar da kayar 'ı Kıraç tan  değil de Ferdiden sevdik. 
              O da başka.