30 Haziran 2011 Perşembe

sevgilim dudakların jamaıka gibi

sevgilim dudakların jamaıka gibi
lifli ve koyu renkli
dudaklarımın arasına alınca başım dönüyor


bir tanka atlayıp arjentine gidelim seninle
oh dont cry for me arjantina
ki sen evitaden misli misli güzelsin
sen gözlerinin altına kara çal
üstünde dar bir kamuflaj
halkımızı selamlayalım
kim şüphelenebilir ki senin yeni peygamber olduğundan
ki sen de arjantin gibisindir gözlerin gümüş gümüş kurşun
yüzünden akar nur
en önlerindeki uzatır tahtı altına hemencecik
der buyur taht senindir
otur

hem tank olursak bir topumuz olur nur topu gibi
canımızı sıkarsa bırakırız bir caminin avlusuna
sonrası politik kaos diplomatik savaş
dinler her zaman birbirinden nefret eden kumalardır
çünkü kaoslar düzen için ihtiyaç
kübalı kadınların kasık terleriyle yapıştırdıklarını içeriz
ayağımızın altı sierra maestra
küba oluruz bir fırtta
gözümüzü çirkinlere kapatıp
yüzümüzü güzellere döneriz.
annelerimizi de aldırırız yanımıza
bir iki yıl kalır öyle döneriz.

13 Haziran 2011 Pazartesi

sanırsın gazetede köşem var: yazının adına gel hele : 2011 SEÇİM SONUÇLARI ANALİZİ

Bir seçim daha bitti. Yine toplumun farklı kanaat kesimlerinde farklı fikirler dillendirilmeye başlandı bile. Bu ülke bunu hakediyordan, cahil insanlardan başka ne beklersin zatenlere kadar… İstikrar için en iyisi oldu diyenlerden, bu güne kadar ki en iyi devlet liderine sahip olduğunu düşünüp keyiften dört köşe olanlara kadar…
Fakat bakınca sonuçlara; aslında kör göze sokulan parmak gibi bazı kesin gerçekler olduğunu da yadsıyamayız. AK Parti’nin  aldığı bu oy şunu bize gösteriyor ki; halkımız ileriyi görebileceği ve istikrarından kuşku duymayacağı partileri iktidara taşıyor. İdeolojik eksenli tartışmalardan çok ekmeğine, ülkesinin vizyonuna bakıyor. Bir tarafta 2023’leri hedef koymuş yani uzun soluklu düşündüğü mesajını gözümüze sokan bir lider varken diğer tarafta proje bazlı olmayan sadece kendi ideolojik yapılarının savunuculuğunu yapan liderleri görüyoruz. Çılgın mılgın fark etmez; proje lazım bu millete. Heyecanlandıracak, acaba dedirtecek projeler. Bizim de Avrupa’nın önde gelen ülkeleri ve hatta Amerika kadar gelişmiş bir ülke olacağımızı bize hayal ettirecek  projeler. Kendi otomobillerimiz kendi uçaklarımız kanal İstanbullar… Ortalama seçmenin algısını değiştirebilecek kuvvette ve o şiddette projelerden bahsetmek yerine sadece eleştirel ve biz gelince bunlar değişecek demek ama yerine tam olarak ne konacağını anlatamamak en büyük sorun olsa gerek. Akp’ye oy vermedim. Vermem de; orası çok ayrı. Hatta oy kullanmadım bile zaten. Ama kullansa idim şayet Mersin’ e gidip Ertuğrul Kürkçü’ye atardım. Burası işin bambaşka bir boyutu. Ama bir de ortada AKP'nin çok başarılı bir seçim kampanyası yürüttüğü gerçeği var. Ben hiçbir zaman Tayyip Bey'in şahane bir hatip müthiş bir lider olduğunu düşünmedim. Çok iyi bir marketing ürünü mü derseniz amenna. İyi bir ekip iyi danışmanlar ve elindeki güç ile birlikte kendine olmak istediği adamın karizmasını zorla giydirdi. Zaten yanında danışmanları olmadığında ayak üstü hazırlıksız yakalandığında nasıl potlar kırdığını hepimiz biliyoruz. Bundan dolayı da akıllıca hareket ederek kendini savunmasız yakalamalarına hiç izin vermiyor. Ne televizyonlarda başka parti liderleri ile tartışmalara giriyor, ne de öyle her önüne gelen gazetecinin sorularını yanıtlıyor. Gazetecisinden sorulan sorusuna kadar her şey onun istediği ölçüde ona soruluyor. Fakat kendisine uygun gördüğü rol aslında halkın nasıl iyi analiz edildiğini gözler önüne seriyor.  Nasıl da halkın tüm ihtiyaçlarına cevap olacak bir lider profili düşünsenize. Osmanlı’dan kalan düşün bayrak taşıyıcılığını yapıyor aslında bir nebze. Kendi ülke sınırlarımız dışında da dünyanın geri kalanında söz sahibi bir Türkiye ve ataları gibi sözü dinlenen bir Anadolu çocuğu. Biraz fatih biraz yavuz biraz kanuni işte. Adı batasıcalar. Ve bu; zamanında dünyanın üç kıtasında at koşturup kılıç salladıktan  sonra ufacık bir coğrafyaya tıkılan biz Türklerin ezikliğini üstünden atması için en etkili yöntemmiş. Gördük. Ak Parti bu bağlamda en doğru stratejik adımları atarak, halkın en ihtiyacı olduğu şeyi onlara vaad ederek ezici bir zafer kazandı.
Türk halkına özgüven aşılamanın yanında bir de halkta öyle bir algı yarattı ki, bu sonuçta fazlasıyla etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Sivilleşen ve özgürleşen bir Türkiye. Yazdığı kitaplar yüzünden içeri atılan, internet yasaklarının şiddetini her geçen gün kat be kat arttıran ve hatta sosyal hayata ufakda olsa yavaş yavaş kısıtlamalar getiren bir iktidardan bahsediyorsun saçmalama dediğinizi biliyorum. ama aslında sizin atladığınız nokta şu. Seçimlerin kaderini gerçeklerden çok algılar belirler. Önemli olan her gün internete girmeyen, sosyal medya nimetlerinden yararlanmayan halkın büyük bir kısmının hayatının kolaylaşıp kolaylaşmadığıdır. Sağlık konusundaki çalışmalar, öğrencilere verilen bedava kitaplar, kalkan vizeler, değişeceği düşünülen anayasa… ortada bu gerçekler dururken kimse ya biz şeriata mı gidiyoruz ya da aslında cari açığımız da artıyor demez.Bunları düşünüp ona göre oy veren yok mudur; illa ki vardır. Bilinçli seçmen diye nitelendimeyi uygun gördüğüm bu kısım seçmen inanıyorum ki yüzde onları geçmemektedir. Hem kişisel fikrimi sorarsanız nasıl ki ak partinin korku yoluyla insanları dizginlemeye çalıştığını görüyor ve eleştiriyorsak karşı ideoloji de aynı yanlışa düşüyor görmeliyiz. Yok şeriat geliyomuş, yok İslam olacakmış… bırakın bu saçmalıkları. Hemen İran’ı örnek verirsinizi bilirim sizi. Ama ülkelerin tarihleri sosyal yapıları iç dinamikleri göz önüne alındığında öyle bir şeriat ülkesi olacağımızı düşünmek hiç de rasyonel değildir. Türkiye şeriat ülkesi falan olmaz ki zaten Akp ye oy verenlerin içinde bunu isteyenlerin oranı da eminim ki yüzde onu bile geçmemektedir. Çünkü Akp aslında denilenin aksine bana göre çok da fazla dini imajı ile oy toplamadı bu seçimde. Hatta belki biraz daha etkili bir silah olarak kullanabilseydi oyunu dört beş puan arttırabilirdi. Davranış itibari ile AK Parti seçmenine umut veren güzel günler vaad eden ve çoğu zaman olaylara sosyal devlet refleksi veren bir parti gibi davrandı.

Diğer partilere gelecek olursak eğer ben sadece BDP’nin bağımsız adayları ve Chp hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. Çünkü ben hala MHP diye bir partinin niye olduğunu anlayamazken alınan oy oranını aklımın içindeki hiçbir gerekçe ile açıklayamıyorum. Benim lugatımda izahı dahi yoktur. Neye hizmet ettiğini anlamadığım, dünya siyasetinin neresinde durduğu hakkında en ufak bir fikrimin olmadığı bir partidir. Püskevüt yok ossaltı esnik unsur falan tamam eğlenceli ama ne bir proje ne bir umut ne bir heyecan var bu partide. İşin ideolojik kısmına gelmek bile istemiyorum. Sadece şundan eminim devlet bahçeli o ses tonu ile Alparslan türkeşten sonra mhp başkanı olmayı en çok hak eden siyasetçidir. Kasetmiş yok şantajmış bunlar hiç önemli değil. asıl sorun bu dünya görüşüne sahip insanların dünya için gerçek birer tehlike olarak düşünüyorum ben. nükller santralden zararlımıdır Olga deseniz bilemem onu. Ama korkum odur ki yaşı küçük olsa ve 23 nisanda bir günlüğüne başbakan olsa ilk iş apo yu asar. sonra eminim gönül rahatlığı ile yaşar gözü açık gitmez. BDP bile bu kadar kürt halkı üzerinden oy toplama gayretinde değil, gerçekten anlam veremiyorum.

BDP ye gelince ben her seçimde birer ikişer de olsa milletvekili sayılarını arttırmalarını ve gerçekten çok iyi insanları meclise sokmalarını müthiş bir heyecan ve umut ile takip ediyorum. İki buçuk milyona yakın oy toplayan bu kesimin bir o kadar da ona çeşitli sebeplerden dolayı oy atmayan ama sempati besleyen sempatizanı olduğunu düşünüyorum. Yaklaşık beş milyon potansiyele sahip bir ideolojinin de hala üvey evlat muamelesi görmesine de akıl sır erdiremiyorum. Sonuna kadar demokratik haklarıyla alınlarının teri ile varlardır ve her daim olacaklardır da. Hatta parti geçmişlerine baktığımız da milli görüşçülerle paralel bir kaderleri olduğunu da hemencecik fark ederiz.devlet ve bilhassa tsk ve militarist eksenli Kemalist kesim tarafından her zaman bir tehdit olarak görülmüşlerdir. Barajlarla milletvekili yasakları ile hep önleri engellenmeye çalışılmıştır. Ama bu gün şunu gördük ki nasıl taşan ırmakalrın önünde insan eli ile yapılmış barajlar an gelir çaresiz kalır, eğer bir halk ve bir ideoloji istediği şeyler için iyi örgütlenir ve kendi halkına da kendini doğru anlatırsa baraj falan hikaye olurmuş. Bir kez daha hemde eskisinden daha güçlü bir şekilde kürt realitesini ( ki kürt sorunu demek istemiyorum) gözümüze sokmuşlardır.

CHP ise Kemal Kılıçdaroğlu ile bir kimlik değiştirme işine girmiş ise de işleri her zaman olduğu gibi yine zordur. CHP değişik bir partidir. Komplekslidir bir kere geçmişi ile övünmekten başka bir şeyi yoktur. 2000 lerde uefa kupasını kazanan Galatasaray gibidir. Ondan sonra hep başarısız ama her seferin de de yeniden başarı ümidini fatih terime bağlamış bir galatasaray gibi. atatürkün kurduğu parti olmakla övünmekten elinde çok fazla bir şeyi kalmayan bir parti. Ondan sonraki dönemlerde o tek partili dönemden kalma bir sorun olan parti içi demokrasiyi tamamlayamamış, statükocu ve üç beş kişinin gözünün içine bakan bir partidir CHP. Her şeyden rahatsız olan çizgilerini yenilemekten bir o kadar aciz ve bundan bir o kadar korkan bir partidir. Değişimleri sevmezler. 20 yıl tek bir genel sekreterin elinde oyuncak olabilecek kadar iç dinamikleri sindirilmiş, örgütlenme ve yayılma sorunu yaşayan bir partidir. Gandi mandi bilmem ben ama ortada bir Ecevitin Karaoğlan dönemlerindeki halkçı söylemine yaklaşan kemal kılıçdaroğlu var. Ve bu chp için aslında olması gereken ve hatta geç kalınmış bir şeydir. Umarım bu  değişimi tamamlayıp başka modern halkçı ve en önemlisi halka marjinal gelmeyen soysa demokrat bir paritiye dönüşebilirler. Yarından itibaren kulislerde kurultay lafları dolaşmaya başlanmaz umarım. Deniz baykal’a güven olmaz ne de olsa. Bundan öte kişisel olarak kılıçdarolu gibi kürt ve alevi kökenli birisinin chp nn başına geçmesi bile bence iyiyie işarettir.üzerindeki baskıdan; chp nin iç baskısından dolayı kendisinin bu konulara yeterince eğilemediğini düşünüyorum. Ve Kılıçdaroğlundan şahsi olarak, Alevilerin Ermenilerün Kürtlerin Eşçinsellerin Kadınların… ne kadar azınlık ve sosyal hayatta hor görülen kesim varsa hepsinin sorunlarını anlayan ve çözüm ireten bir anlayış bekliyorum. Olması gereken gibi. bu devletin en büyük sol partisi sen isen bunu yapacaksın. Türban özgürlüğünden korkmaycaksın, anadilden çekinmeyeceksin. Bırakıcaksın şu orta yolcu sosyal demkrat tanımını. Halkını tanıyıp halkını kucaklayacaksın. Yüzde yirmi beşlik otuzluk kısmı mutlu etmek olmamalı senin işin. Herksi kucaklamyı bilmelisin. Çünkü chp ne yazık ki oy arttırma gayretinden çok kendisine oy atanların sözcülüğünü yapan bir partidir. Tirübüne oynamaktır bu bildiğin populizmdir.


Sonuç olarak AKP bu seçimi öyle böyle kazanmıştır. Türkiyenin yaklaşım yüzde altmışının sağ ve muhafazakar seçmen olduğunu varsayarsak kendi görüşüne yakın oyların hakkını vermiştir. Kendi ideolojisine yakın olanları hayal kırıklığına uğratmadığını anlıyoruz bu sonuçlardan da. korkacak bir şey de yok. rahat olun hala herkes özgürce sevişebilir. hem iyi yanından bakmak lazım Hakan Şükür de mecliste. Bir de alpay girseydi işte o vakit tadından yenmezdi.



11 Haziran 2011 Cumartesi

Şairim nede olsa;trajedi bana aittir.

                                                               otuz iki kurşun alan bir şarjör gibi ağzın
                                                               sen gülünce nereye kaçayım bilmiyorum


kötülere karşı senin yanında mevzi alıyorum
saflar sıkışıyor yağmur haddinden fazla sağanak
ve ben
nefsime açtığım her savaşı sende kaybediyorum
şairim nede olsa
trajedi bana aittir
kekeme ajanın bile dilini çözer bir makine
her cinayete bir makine elbet şahittir.
freuddan başlayıp sokratese kadar kim düşünmüşse
hepsinin beyni için bir kurşun ayırdım.
en sertinden hemde 500 S&W Magnum
ki saçların zor kullanmadan hiç çözülmez sanırdım .
pat diye çözüldü oysa ki
ah ne şapşalmışım

hal bu ya
ben aynı ellerle bir silah tutarsam bir gün
atlar ölür, göller sığ, denizler fokur fokur
hakkaniyeti olmayanın sözü geçmez bu sofrada
ve merhametini esirger kullarından her ne hikmetse
ilk seni vururum sol göğsünden tan vaktinde
ki ölümünden kimi sorumlu tutacağımı bileyim
saçmala deme sevgilim
saçma da olsa bu tek dileğim

tarih ne kadar tekerrürden de olsa
aşk tereddütten ibarettir ama
uslanmaz bir savaşçı gibi her yeni gün yeni bir intikam
ıssırsam dudaklarını ağzıma akar iltihap
her gece yanına uzanıp uyumak
aklımı zorlayan en tesirli imtihan
bundan dolayı anlıyorum bazen seni
padişahlarıda anlıyorum, filozofları da
keza peygamberleri de öyle
ama anlamıyorum yine de
göğüsünün iki yakasında çıldırtıcı simetrisi ile konuşlanmş
papatya gibi açan memelerini

gemiler sularını şaşırıyorlar sonra
pusulaların hepsi kabeyi gösteriyordur
bir kıyamet alameti gibi gülüyorsun
dört kitabın birinde eminim bundan bahsediyordur

9 Haziran 2011 Perşembe

bu başlık saçmalık taşıyor.

             

                 sokaklardan tanklar taşıyor düşünsene. ne ürkütücü. tanklar askerleri taşıyor.her asker sol tarafında bir kalp taşıyor.koynunda tüfek taşıyor. tankların yanında kamyonetler ceset taşıyor. cesetlerin içinde bir anne var kucağında bebesini taşıyor. insanların sabrı taşıyor. devlet çok fazla adem'in ahını taşıyor. allah bile ağlıyor yer küreye, nehirler taşıyor.polisler nasıl öfkeli bilirsin, jop taşıyor. bir kız rahminde bebesini taşıyor. polis kızı polis otosuna saçından taşıyor.annesi kızını televizyonda görüyor, korkusu gözlerinden taşıyor.

yıllar geçiyor üzerinden ama hala annesi ölmüş kızının kokusunu burnunda taşıyor.
kızının kokusu her sabah yeniden annesinin yarasını kaşıyor.

2 Haziran 2011 Perşembe

sevdim inanamayacağın kadar seni esmer kız...

3 gün sonra.

3 gündür 150 cm yüksekliğinde iki metrekare bir odanın içinde kalıyordum. Günün 12 saati burada 12 saati de dışarıda, sorgu odasında geçiyordu zamanım. Kaldığım bu kibrit kutusu büyüklüğünde ki oda hiç ışık almıyordu. Çıkış imkansız gibi geliyordu, çünkü yolun sonunda bir zerre bile ışık göremiyordum. Yemeğimi orda yiyor ki onlara yemek demek annemin sarmalarına küfürdü, orda uyuyordum. Vücudumun her santimetresi sızlıyordu. Kaç gün olduğunu da diğerlerine göre daha iyi niyetli olan esmer uzun boylu gardiyandan öğreniyordum. Bu siktiğimin yerinde bir o gözlerime insan gibi bakıyordu. İşte ayak sesleri git gide yaklaşıyordu. tekrardan. Almaya geliyorlar beni diye düşündüm. Yine o sorgu odasında sorular küfürler, tekmeler yumruklar bekliyordu beni. Aklıma nedendir bilinmez ne zamandan beri hep Tuba geliyordu.

Kaderimmiş havai fişek gibi patlayan gözleri, bilmiyormuşum.

Kapının sürmeli kilidi ağır fakat ciğerime saplanan bir demir parçası gibi açıldı. Koridorun ışığı bir anda öyle hücum etti ki karanlık odama gelen Tanrı olmalı diye düşündüm. Işığı ile gelmiş kocaman bir siluet. Hızlı adımlarla yaklaştı yanıma kolumdan tuttuğu gibi fırlattı beni dışarıya.

-         yürü lan. Bu sefer senle farklı konuşacağız. Bakalım neler biliyorsun görüceğiz.

Farklı konuşmak devlet jargonunda bir ıslak jop ve tırnak makasıymış, öğrenecektim.


O küçük odaya yine her zamanki gibi yorgun girdim. Ama içerde beni bekleyen üç kişinin gözlerinde önceden görmediğim bir şeyler vardı. Umut öfke ve sinir… Nasıl da can sıkıcı bir sırıtış vardı suratlarında görmeliydiniz. Her zaman ki gibi sandalyeme oturmaya doğru yönelmişken sırtıma öyle bir tekme yedim ki karşımdaki duvarda patlayan suratım Cuma günü haftasonuna dağılan bir lise gibiydi. Tüm kalabalıklığım bir anda yok olmuştu. Burnum neredeydi bilmiyordum ama patlayan kaşlarım yüzünden kırmızı gören gözlerim düşen iki dişimi seçebiliyordu. Biri çok uzaktaydı, diğeri ise sağ elimin hemen önünde. Aldım onu, pantolonumun cebine attım. Diğeri için ise bir süre ağlamak istediysem de annemin amına koymakla meşgul olan küfürbaz; sivri burun ayakkabısı ile ense köküme gelişi güzel bir tekme daha savurdu.
Gerçekten de devlet ensemizdeydi.

Kollarımdan tutan iki kişinin ne yapmaya çalıştığını bir üçüncünün zorla pantolonumu sıyırmasından anlamıştım.4 kişilerdi üçü benle ilgilenirken biri de elindeki jopla gülüyordu gözlerime. Ben çıplaktım. Devleti içime sokmuşlardı, devlet içimdeydi, yasalar içimdeydi, kurallar içimdeydi. Bir ergen kolu genişliğine ulaşmış olan damarlarım zorlanıyor, bağırışlarım çırpınışlarım şiddetleniyordu. Konuş lan orospu çocuğu diyorlardı, hatırlamıyordum sonrasını. Öylece bayılmıştım. Devlet tüm sinirini bir jop vasıtası ile içime boşaltmıştı.
         Kendime geldiğimde, başımda konuşan suratlara baktım. Hepsinin suratı artık mıh gibi aklımdaydı. Hayatımın en iğrenç anını yaşatan orospu çocuklarının yüzlerini namus gibi taşıyacaktım zihnimde. Bir kelime etmedim ama. Olanlara, kendime, cesaretime bir anlam veremesem de sustum. Bir kova su boşalttılar başımdan aşağı. Sağ olsunlar ama pantolonumu giydirmişlerdi. Öyle yanıyordu ki canım oturamıyordum bile; kendimi can havli ile yere attım. Karşımda oturmuş tırnaklarını kesen pos bıyıklı adam pis pis sırıtyordu suratıma.

Nasılsın diyordu, kendine geldin mi biraz.
Piçler kafa buluyorlardı benle. Siktir ulan diye bağırdım istemsiz olarak ve bir çita seriliği ile üstüme atladı. Suratımı kendisine çevirip diziyle boğazıma öyle bir bastırdı ki nefes alamadım. İçimde hayvanlar öldü, şehirler bombalandı, ilkokul kızlarına tecavüz edildi. Ben nefes bile alamadım. Sonra gevşetti biraz, yuvalarından çıkacak gibi olan gözlerim normale döndü. Nefes alabiliyordum hatta birkaç öksürükle de olsa aldığımı veriyordum da. Elindeki tırnak makasını derimin en derine bastırdı.canım öyle bir yandı ki, diyemem. Ki şairimdir iyidir kelimelerle aram ama diyemem işte öyle yandı. tırnaklarını yiyip fakat tüküren bir adam gibi, derimi koparıp üflüyordu pezevenk. Artık acı kavramı iyice anlamını yitirmişti. Kırılan kemiklerime gülüp, özlediğim anneme ağlıyorum. Koparılan etlerimi değil, kardeşimin saçlarını anıyordum. bir garip adam olmuştum. Sürekli sorulan sorulara duvarmış gibi karşı koyuyordum.

         Sürekli sorulan sorular, Baran ismi babam kardeşim… her şey aklımı küçük bir tahta kurusu gibi kemiriyor fakat mecalim olmadığından karşı bile koyamıyordum. Sustum.

1 Haziran 2011 Çarşamba

sinanın hikayesinden bir başka parça


Kafama bir poşet geçirip arabadan indirdiler. İtile kakıla diğer arabaya bindirilmeye çalışılıyordum. Zorluk çıkarmaya çalışsam da yediğim tekme ve yumruklar anında direncimi kırıyordu.
Sesler duyuyordum. Teşekkürler sizin işiniz bu kadar diyordu.
Devletti bu sesinden tanımıştım.
Minibüse zorla bindirilmiştim. radyo açıktı haberleri dinliyorlardı. Rütbeli bir asker olduğu sesinin her kıvrımında bas bas bağıran bir adam ordunun yönetime el koyduğundan behsediyordu. Vatan hainlerinin temizleneceğinden bahsediyordu. Bir süredir devam eden kaos bitecekti. son sözü amindi.
Sustum uzun uzun yol boyunca. Düşündüm her şeyi. Kaos denen şey aslında bizim için umuttu, hain olanlar bizlerdik, en azından herkese öyle diyorlardı. Devletin alışkanlığıdır sevmediklerini parmakla göstermek. İşte yine bizi parmakla gösterip halkın gözünde hedef tahtası haline getirmişti. Son birkaç haftadır fotoğraflarımız gazetelerdeydi. Hakkımızda hiç de iyi şeyler söylenmiyordu. Oysa çocukluğumu hatırlıyorum. Ölen babamı küçük kardeşimi annemi. Sofralar kurardı annem; böyle kocaman uzun sofralar. Akrabalarımız gelirdi sonra. Teyzemler, dedemler… kalabalık masalarda yemekler hazırlanır yenir rakılar konur muhabbetler edilirdi.
Belli bir limitimiz vardı ailecek, onu geçtik mi babam bağlamasına sarılırdı
         Öyle bir acı vardı ki sesinde rakıdan çok babam çarpardı bizi. Hafif hafif söylerdi. Böyle uzaklara baka baka söylerdi. Doğup büyüdüğü yerlerden türküler söylerdi. Diyarbakır demezdi ama o Amed derdi. Bıyıklarında kalan rakı damalarını dili ile alır o kırışık alnının altındaki iki el kurşun gibi duran gözlerinin içi gülerdi. Kardeşim erkenden uyurdu, genelde babamın türkü söylediği kısımlara yetişemezdi. Gider onu öperdim babamın türkü aralarında attığı siyaset nutukları sırasında. Siyasete çok bulaşmak istemezdim. Babamı görür korkardım çünkü. O siyasete bulaşmıştı ve çok da mutlu olduğu söylenemezdi.

Hem biz kürttük biliyorsunuz bir şeye inanırsak bokunu çıkarırdık.
Gece geç olurdu dedem ağlardı. Kesin ağlardı ama muhtemelen benim hiç görmediğim babaannem gelirdi aklına. Çok severek evlenmişlerdi. Ama ölmüştü işte. Annem ağlardı, çok hem de. Babamı özlerdi o da.
...
Minibüsün yanaştığını hissediyordum, yavaşlamış ve hatta durmuştuk. İndim minibüsten. Kimse benle konuşmuyordu sanki kötü bir şey vardı da benden üzülmeyeyim diye saklıyorlardı. Hafif fakat oturaklı adımlarla bir üç dakika yürüdükten sonra bir hole girdik. Ayağımın yere her değdiğinde çıkan sesten anladığım kadarı ile ahşaptı yer. Oturttular beni bir yere. Başımdan poşeti çekip çıkardılar. Evet şimdi görüyordum. 20 metre kare bir odaydı burası. Bir masa vardı bir sandalye birde deri koltuk. Ben sandalyeye oturmuştum. Masanın üstünde yani tam kafamın hizasında bir lamba duruyordu. Bu penceresiz odayı tek başına aydınlatmaya çalışan cılız güçsüz bir lamba. dünyayı karanlıktan kurtarmaya çalışan cılız şiirlerim kadar parlak… etrafta sadece bir fotoğraf var. Atatürk’ ün fotoğrafı.  Atam yine sinirli yine net yine yakışıklı. Öylece bakıyor bize doğru. Atam burada kimleri dövdüler öldürdüler neden kalkıp bir şey yapmadın diye bağırmak geliyor içimden. Arkama düşen bir kapısı var odanın bide. Fakat o da ne. Kafamı kapıya bakmak için çevirdiğimde bir masa daha ilişiyor gözüme. Böyle üstünde türlü takım kesici ve delici aletlerin olduğu bir masa. Jop, balta, pense, tırnak makası… korkmam gereken bir durum aslında bu ama korkmuyorum, ta ki duvarlarda henüz kurumuş kan lekelerini görene kadar. Aman allahım neresi burası. Cehennem gibi bir yer. Kötü kokuyor, sıcak ve çıkışı yok.
İçeri bir adam giriyor dünden hazır. Siyah İtalyan kesim takım elbisesinin altında kaslı bir vücuda sahip olduğu inanın her halinden belli. Sesi o kadar gür çıkıyor ki sanki içinde birkaç kişi daha var da hep bir ağızdan konuşuyor gibiler. Kesin hatlarla taranmış saçları özenle kesilmiş bıyığı ile devlet terbiyesi aldığı her halinden belli. Kapıyı kapatıp takım elbisesi ile aynı renkteki deri koltuğa kuruluyor. Bir sigara çıkarıyor cebinden. Bir dal da bana uzatıyor. Alıyorum. Ceketinin iç cebinden  türk bayraklı zipposu ile yakıyor sigaralarımızı. Türk bayraklı bir zippo ha diyorum, ne çelişki. Sigaradan bir fırt alıyorum ve bu huzurumu o iğrenç ses kesiyor.
-anlat kimsin.
- ben Sinan Demir.
-ne iş yaparsın Demir Sinan.
Bu ilkokulda gelen müfettiş tonuyla söylediği Demir Sinan biraz sinirlendiriyor beni aslında. Ama farkındayım hiç yeri değil.
-         ben bir dergide şiir ve ufak hikayeler yazıyorum.
-         Hani dergi bu
-         Emek dergisi. sloganımız da edebiyatın solunu çıkaracağız.
  
Bu saçma espriyi yaptığıma çok pişman olacağımı henüz bilmiyordum.
Cümlemin sonuna nokta niyetine koymayı düşündüğüm kahkahayı, işaret parmağında Osmanlı tuğralı yüzük takılı olan bir yumruk dağıttı. tebessümüm masanın altındaki el işlemesi kırmızı halının üzerine dağıldı.çenemin bir yerlerden son kuvvetle çıktığını hissettim.dudaklarımın çarpma hızıyla dişlerime yapıştığı andaki acı, inanın tarifsizdi. Boynumun müthiş bir sancıyla kasılması ve gözlerimin yaşarması bir saniye sonra çıkan gür sesle yitip gitti. Pür dikkat sese çevirdim kafamı. Tükürükler saçan bu hayvan biraz önceki adam olamaz dedim. Bıyıklarının arasından her biri bir kurşun kadar sert kelimeler fışkırıyordu.


- Siktiğimin puştu kafaya alıyor bizi. Götüne sokarım o dergiyi görürsün o zaman dümbüğe bak hele. Ülke üzerinde solculuk oynayan devrimcime bak sen, bir yumrukla götü başı dağıttı.

Belki seviyesizdi ama sonuna kadar haklıydı. Bir devrimci olmak için fazla duygusal ve kırılgandım. Ayrıca acı eşiğim düşüktü. Kolay çözülecektim biliyordum. Ama devam etti

-         Baban kardeşin hepsi ölmüş. Hepsi senin gibi saçma sapan şeylere kafa yormaktan ölmüş hem de. Sana mı kaldı lan ülkeyi kurtarmak, biz senin kadar düşenemiyor muyuz? Hayatında bir yumruk yememiş bana devrim yapacak.

Gerçekten de haklı olabilirdi. Ama bir süredir içimi yiyip kemiren yetersizlik duygusu öyle bir hal almıştı ki içimde bir kıvılcım bekliyordu nicedir. Babama kardeşime borçluydum, korkak olduğum için borçlu hissediyordum kendimi. Ancak cesur olarak öderdim borcumu da. konuşmayacaktım. İbrahim Kaypakkaya gibi susucaktım. Ser vericektim gerekirse göt verecektim ama sır vermeyecektim. kararlıydım. biliyordum yapardım da.
-         Evet babam ve kardeşim öldü. Bir sürü arkadaşım tutuklandı. Aralarında kendisinden hiç haber alamadıklarım da var. Ama bence bunların neden başıma geldiğini düşünmesi gereken benden önce siz olmalısınız.

             Allahım ben neler diyordum. Yazı yazmak kadar kolay değildir, birinin gözlerine bakarak öfkelenmek. Bu dediklerim aslında benden çok her zaman olmak istediğim adamın replikleriydi. Ama her film de olduğu gibi bu hikayenin de bir kırılma noktası vardı ve ben artık olmak istediğim adamdım. O kadar ki karın boşluğumda mantar tabancası gibi patlayan tekme bile bu kararlı duruşumdan vazgeçiremedi beni. 
             Çocukken birisi döverim dedi mi korkudan tüm bilyelerini veren bir çocuktum. Küserim demesi sevgilimin, istemediğim şeyleri yapmama sebep olurdu. Korku, beni zapteden bir efendiydi
             Ama yediğim yumruklar, işittiklerim ve kaybettiklerim bana artık korkmamam gerektiğini hissettiriyordu. Korkarsam, bilirlerdi, bilirlerse saygı duymazlardı. Korkmamalıydım. Şu an saçlarımdan tutup kafamı masaya vurmak suretiyle burnumu parçalayan adamda biliyordu bunu, korkmadığımı hissettiği için daha da öfkelenmişti. Öfkelenen birisi sakladıklarını ağzından kaçırırdı. üsteledim

-         belki senden farklıyız ama bizde seviyoruz. Sen vatan diyosun biz millet diyoruz, halk diyoruz. bu senin sevginin büyüklüğünü göstermekten ziyade bizim samimiyetimizi gösterir.

Kudurmuş köpek gibi oraya buraya tekme atarak, tükürükler saçarak küfreden adamın gardı düşmüştü biraz da olsa. Kafasına bir kere şüphe tohumunu atmıştım, ve o içini kemirmeye başlayacaktı. Hareketleri o keskinliğinden sıyrılıp hafif yumuşamıştı.

-         sen bir kere doğuya gitmemiş, bir kere kurşun sıkmamış, bir kere kavga etmemişsin. Halkı sevmekmiş, ben içlerinde yaşadım yıllarca. Senin gibi oturup defterlere yazı çizdirerek değil, kavga ederek ağlayarak aç kalarak sevdim ülkemi. Bana sevgiden bahsetme entel bozuntusu.

Kanıma dokunmuştu. ve lakin haklıydı. Ama kardeşim deseydim, gülerdi. babam deseydim, söverdi. Bir şey demem lazımdı ama. Öyle değil demeliydim. Korkak olmam sevmediğim anlamına gelmezdi. Hem hep bir şeyler yapmak istemiştim ben; ama olmamıştı. Bu halk hareketinin duygusal yüzü olmuştum. Ülke genelinde yazıları şiirleri takip edilen; devrimci edebiyatçı topluluğunun bilinenlerindendim. Dostlarla toplanıp saatlerce siyaset konuşup, Bakuninden dert yanıp, felsefe dünyasından dem vurup, aslında bu halkın bunları hak ettiğinden bahsederdik. Halkı çok tanımazdık ama cihangir civarları toplanma noktamızdı, dünyamız buralardan ibaretti. Tam bir şeyler söylemeye hazırlanırken kapı açıldı. İçeri 170 cm boylarında kilolu,bıyıklı bir adam girdi. Sert bakışları kesin tavırları ve boğazlı kazağının üstüne giydiği ceketle korkunçtu. Dudağının iki parmak kenarındaki bıçak yarası olduğunu tahmin ettiğim iz tüm dikkatimi dağıtıyordu. İçeri girdiği hızla eşit küfürler savurdu.

-         yarım saattir bir adamı konuşturamadın mı. Bir sike yaramıyorsunuz. Konuş ulan sen de daha senin gibi bir sürü şerefsiz dövücez.

Cümlesini diğerininkine hiç benzemeyen bir yumrukla sonlandırdı. Bu sefer sarsılmıştım, başımın döndüğünü hissettim. Tam karın boşluğuma vurmuştu, ve kusmamak elde değildi. Kafamı aşağı eğip kusmaya, öksürmeye başlamıştım. Aman allahım nasıl da afili bir balyozdu. İç organlarım yer değiştirmiş, sesim kısılmıştı. Elinde tuttuğu sopa olduğunu sırtıma yiyince anladığım gölgeyi bana doğru sallıyordu. Dayanılmayacak sıklıkta ve şiddette olan darbelerin sonu gelmiyordu. Bitkinleşmiştim. durdu.sordu

-         anlat bakalım. Bu derginin sol- güç örgütü ile bir ilişkisi var mı? Boranı tanıyor musun?

 Boranı tanıyordum. Tam bir koçeroydu. Benden farklı bir yüzüydü devrimin. Sertti, biraz acımasız, son tahlilde esmerdi, müthiş bıyıkları yeşil gözlerinin altında bir imza gibi duruyordu. Modern zamanların che guevarasydı. Cizre civarlarında olduğu söyleniyordu kendisinin kurduğu eğitim kamplarının. Sol devrimci gençler eğitiyordu. Hepsine kitaplar okutturuyor, şiirler yazdırıyor, müzik aletleri çaldırıyordu. Silah tutmasını kavga etmesini öğretiyordu. Ölmeyi öğretiyordu deniyordu kendisi için. Ama o buna katılmıyordu. 
Ben hayatta hala uğruna ölünecek şeyler olduğunu öğretiyorum diyordu.