Dün
gece saat 03:00 sularında canım çok acıyordu. Sürekli hayaller kuran her
insanın paylaştığı makus kader gelip beni de bulmuştu. 25 yaşındaydım ve hayal
ettiğim şeyleri o kadar çok hayal etmiştim ki bu güne kadar olmamaları beni
mutsuz eder duruma gelmişti. Çünkü artık hayallerimin hepsini sonuna kadar
hakettiğimi düşünüyor ve olmamalarına çıldırıyordum.
Neden
sanki her tatilimi İbiza’da ya da bilemedin Barbados adalarında geçirmiyordum.
Pahalı
saatler takıp sürekli bronz tenim, beyaz dişlerim ve adonis kaslarımla
ortalıkta cirit atamıyordum. Oysa ki çok zor değildi bunların hiç biri sadece
biraz para gerekiyordu. Sonrası kolaydı, araba, Playstation 3 ve daha bir sürü
şey. Çok fazla param olmadığı için hayallerimin skalası çok genişti.
Playstation 3 ile son model bir üstü açık arabaya olan açlığım aynıydı. Yeniçağ
hastalığıydı bu. Yeni dünya düzenindeher şeyden bir parmak ağzımıza çalıyorlar
gerisini de tvlerden izlettirip gazetelerden okutturuyorlardı. Çok zengin
olmayanlar, yaşarken çok zengin olanların hayatlarının fragmanını izliyor
gibilerdi. Öyeydik. Jetimiz yoktu belki ama uçaklar ile seyahat etmeye çok
aşinaydık. Yurtdışında yaşamıyorduk ama ınterrail erasmus work and travel
derken kapı komşusu etmiştik Avrupa’yı.
Hiçbir zaman İbiza görmemiştik belki ama en azından bir iki kere Belek
ya da Bodrum ‘da kalbur üstü tatiller yapmıştık. Sevgililerimiz bir Rihanna bir
Ryan Gossling değildi belki ama arabası ve iki adonis kası olan erkek
görmüşlüğümüz ve solaryumlu kıvrak popoları öpmüşlüğmüz vardı . Anlayacağınız
modern yaşam bize hep “aslında ulan bende öle yaşayabilirim”i hissettirip
motivasyonumuzu kaybetmemizi sağlamamız için bir parmak bal çalıyordu
ağızlarımıza. Bu sebeple arada normal fyatının beşte birine tatiller
alışverişler yapabiliyorduk. Şehir fırsatı yok mango alışveriş günleri yok
bilmem ne shopping fest derken birer doz zehiri bırakıyorlardı kanlarımıza
kapitalist güçler. Amerika’nın oyunuydu bunların hepsi. Go Home Yankee!!! Yoksa
üç kuruşa zengin yabancı şirketlerin paralarına para katmak için çalıaşcak
kalifiye gençleri nasıl bulacaklardı. Bu sistem normal gelirli iyi eğitimli
gençleri kandırmak için göster ama elletme taktiğini kullanıyorlardıı. Umut,
kapitalist sistemin çarklarının dönmesi için işçi sınıfına verdiği bir zehirdi.
Umut ettikçe çabalıyor biz çabaladıkça onların zenginliğine zengin katıyorduk.
Ama bunlar umrumda değildi ben olmayan hayallerime üzülüyordum. Ben araba
şahane tatiller güzel bir ev ve Playstation 3 istiyordum.
Dün gece saat 03:30 sularında
ısrarla, sigara ve demli çay eşliğinde çıldırıyordum.
Odama
sığmıyordum. Oysa göstermelik bir Ikea odasından farksızdı odam. Geniş
olmasından çok; acaip planlı ve modern mobilyalar sayesinde hem çok fazla şey
sığdırabildiğim hem de kendmime özgür alanlar yaratabildiğim bir odaydı burası…
Bu odaya sığmıyordum ben. Çünkü çıldıran her insan bilir ki çıldırmak birkaç
evreden oluşmaktadır ve ilk etapta olduğunuz yere sığamazsınız. Odayı geç eve,
hadi evi boşver koca memlekete sığmıyordum. Gökyüzü ,tavanı basık bir çatı katı
gibi üstüme üstüme geliyordu. Duvarlar bakire bir kızın bacak arası gibi inatla
sığamayacağım kadar daralıyorlardı. Ben dün gece 03:45 sularında delirmeden bir
on dakika kadar öncesini yaşıyordum.
Gel
gör ki bu sabah 09:55 zil sesine uyandım. İsterik bir porno yıldızı gibi her
basıldığında şatafatlı ve gerçek olmayan çığlıklar atıyordu zilim. Susar dedim
susmadı mecbur kalktım yatağımdan. Otomatiğe bastm banamısın demedi. Kapı otomatiği orospu bir karı gibiydi ne kadar
basar basayım banamısın demiyordu. Ev ev değil kadınlar hamamına dönmüştü.
Çıldırma seansıma 10:00 suları gibi dün gece kaldığım yerden devam ediyordum.
Kapıyı açtım ve nasıl olsa birinci kat diye düşünüp terlik bile giymeden apartman kapısına kadar ikişer merdiven
atlayarak indim. Sadece en son sekiz basamağı birazda merdivenlerin kenarında
ki korkulukların yardımı ile bir üç adımcı atlet edası ile derin bir nefes alıp
atlayarak kapıya ulaştım. Kapının diğer yanındaki kargo elemanına kapıyı
açtığımda Altın madalya kazanmış bir atlet edası ile buyrun dedim.
Kargo
elemanın getirdiği koliyi sırtlayıp bir hışımla yukarı çıkardım. İnerken uça
uça atladığım basamakları çıkmak bir zul haline gelmişti. Annem’in doldurduğu koli her attığım adımda
bir kilo daha ağırlaşıyordu sanki. Omuzumda yük yokken çerez gelen merdivenler
şimdi nasıl da eziyetliydi. Annem yine bana hayati bir ders vermişti. Asıl
hayat sorumluklarımı omuzladığımda zorlaşacaktı. İnerken hemen çıkarım nasıl
olsa diye kapatmadığım kapıyı girince arkadan topuğumla tepikledim. Girişe
serdiğim annemin gönderdiği kilimin üzerinde annemin gönderdiği koliyi yine
annemin geçen geldiğinde aldığı bıçak ile açmaya çalışıyodum. Annem peşimi bir
türlü bırakmıyordu ve ben annem olmasa kendime şu hayatta bir meşgale
bulamayacak kadar yalnızdım. Kolinin içinden çıkan ilk şey Tat Salça
kavanozunun içine konmuş ev yapımı salçaydı. Binlerce kişinin çalıştığı devasa
aletlerin bulunduğu Tat Holding’in para için yapıp sattığı salçalar sürekli
alınmalıydı, ancak bu şekilde sistem devam ederdi. Ama annem bir kere almış ve bundan sonra
sürekli içini kendi yaptığı salça ile doldurur olmuştu. Babam zaten kiloluk
dondurma kaplarının tamamını alet çantası olarak kullanıyordu. Tornavida olsun
çivi olsun… Ben de iki buçuk litrelik şaşalların diplerini maket bıçağı ile
kesiyordum. Ailecek modern hayata bambaşka açıdan bakıyor kapitalist dünyayı
yeniden yorumluyorduk.
Kolinin içinden içli köftleleri ev yapımı zeytinyağları sucukları dolaba
yerleştirdim. Salona geçip bir sigara yaktım. Annem sanki beni görmüş gibi
sigaramı yakar yakmaz aradı. Telefonum uzaklardan çalıyordu ama emindim
Annem’di. Bu günlerde Kamu Haber ve annem dışında kimse beni merak etmiyordu.
Gidip telefonu açtım. Annem koliyi alıp almadığımı zeytinyağının ev yapımı
olduğunu belirtti. Salçanın acı olabileceğini, sucuğun ise şahane olduğunu
söledi. Tulum peyniri ise Tunceliler’den aldığını hakiki deri basması olduğu
husunda şüphesinin bulunmadığnı da ekledi.
Dün
gece 03:00 sularında başlayan her modern zaman genci gibi hakkını vererek
yaşadığım hayaller ile gerçekler arasında sıkışmış ruh halim annemin gönderdiği
erzaklar ile pamuk gibi olmuştu. Tek derdim bozulmadan hepsini yemek ve sadece
sigara alarak birkaç hafta hiç para harcamadan geçinmekti. Anlamıştım annem
benim yıkıcı ve yaratıcı kaosumun en büyük düşmanıydı.
Eline sağlık, annenin de senin de! :)
YanıtlaSilokukren keyif aldım, ellerine sağlık.
YanıtlaSil